Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Ayılıp bayıldığımız dizilerin ipliğini pazara çıkarmışlar

Ayılıp bayıldığımız dizilerle ilgili bir çemkirme yazısı çıktı The Guardian’da. Bir çok farklı yazının bir araya getirilmesiyle oluşmuş listenin (mealen) özeti var aşağıda. Her yazılana katılmak imkansız ama bazılarına da katılmamak imkansız.

Friends

Bana göre, ne derlerse desinler aslında kimse Friends’i sevmiyor. Tanıdık bulabilirler, nostaljik bulabilirler… Ama sevgi? Hayır. Çünkü Friends özel olarak sevilmeyecek kadar kitle işiydi. Zeka ve yeniliktense sıradan tutarlılığı ödüllendiren fast-food sitcom’du. Hiç değişmedi, hiç gelişmedi, hep aynıydı. Bir bölümün yaklaşık tarihini anlamak için Matthew Perry’nin kilo alıp verdiği dönemlere bakılabilir. 90’larda izliyordum çünkü gençtim ve sadece dört kanal vardı. Hastane yemeği gibi tatsız tuzsuz bir şey. (Stuart Heritage)

Seinfeld

Seinfeldin her bölümü oyuncu mazoşizminin güzel bir örneği. Bir stand-up komedyenin tek bir esprisinin 22 dakikaya sakız gibi uzatılmış hali. Bu dünyada pek çok benzeri olan saçma sapan duyarlılıkların gerçekten insanları ilgilendirebileceği fikrini nasıl bu kadar uzun sürdürebilirler? Ayrıca mobilyalardan daha kötü rol yapan Jerry Seinfeld’in nasıl boş olduğunu gizlemek için Jason Alexander, Julia Louis-Dreyfus ve Michael Richards’ın kullanılışını izlemek çok üzücü. Dokuz yıl devam edişini kutlamak şöyle dursun, dokuz yıl boyunca gerçek oyunculara eziyet etmek suçuyla hakkında soruşturma açılmalı. (Lucy Mangan)


MadMen

MadMen kimliğin doğasını ve Freudyen dürtülerimizi irdeleyen, zamanımızın varoluşsal draması değil, biraz dolambaçlı yazılmış bir soap operaydı sadece. Sonuna kadar seyretmemin nedeni biraz onca vakti boşuna harcadığımı kabul etmemekse (92 bölümdü yahu) biraz da tatmin edici bir son umut etmekti. Sonuç olarak esrarengiz olmaya çalışıp da hiç olamamış bir Sopranos taklidi kaldı elimde. Spolier’ın kusuruna bakmayın ama sonuç şöyle: Don Draper, Bay Ölüm İçgüdüsü, müthiş bir kriz yaşadı ve bu krizden bir Coca-Cola reklamı yarattı. Hayır bu sonuç insan doğasıyla ilgili alaycı bir yorumsa, bu noktaya gelmek için o 70 küsur bölüme ihtiyaç yoktu. Yok zaten amaç önemli bir adamın sonsuza dek yaşayacak bir eser yaratması idiyse, insanlık adına çok umutsuzum. Kıyafetler güzeldi yalnız. (Paul MacInnes)

Lost

Altı sezon boyunca Lost’u yaladık yuttuk. Hepimiz o dalgalarına esrarengiz uçakların düştüğü çok da ıssız olmayan adada yaşadık. Jack’i, Sawyer’ı, Kate’i aralarında paylaşamamalarını çok sevdik. Aslında Locke’u, Sayid’i, Hurley’i, Jin’i, Sun’ı kısaca Oceanic Havayolları’nın 215 numaralı uçuşunun bütün elemanlarını sevdik. O rakamları hala ezbere biliyoruz. Ama durup bir düşünelim ya. O ambar kapağı yani Hatch. Hatch’deki ışık. Canavar. Siyah duman. ‘Dünyayı kurtarmak için’ 108 dakikada bir basmak gereken buton. Ayrıca kutup ayıları ve ölülerle dolu ada. Üstelik tam çekirdeğindeki dev bir tekerlek sayesinde konuşabilen ada.

Hepimizle acayip derecede alay ettikleri artık çok açık. Altı yılımı komplo teorileriyle geçirdim. Belki bir ipucu bulurum diye internetten Dharma İnsiyatifi videoları bile bulup izledim. Milyonlarcamız gibi. Lost en büyük troldü. 4 8 15 16 23 42. (Kate Abbott)

Downton Abbey

Amerikalılar’da, İngiliz aksanıyla söylenen her şeyin daha zekice ve daha önemli olduğuna dair bir inanış var. Downton Abbeynin bu kadar çok Emmy kazanması da sırf bununla açıklanabilir.

Crawley Ailesi ve hizmetkarlarının hikayesi zevkle izlenecek bir hikaye ama ekranın prestijli işlerinden biri değil. Malikanede olanlara şöyle bir bakın: Sybil’ın doğum yaparken ölmesi, Matthew’un araba kazasında ölmesi, Anna ve Bates’in cinayetle suçlanıp hüküm giymeleri, Lady Edith’in evlilik dışı doğurup sokağın aşağısındaki çiftçiye kakaladığı çocuğu, Cora’nın sabuna basıp düşürdüğü bebeği. Her gün yayınlanan gündüz dizisi hikayeleri bunlar; hafıza kaybı ile şeytan ikizler eksik bir tek. (Brian Moylan)

The Walking Dead

Rick Grimes ve arkadaşlarının felaket sonrası zombilerle dolmuş dünyadaki maceralarını 80 küsur saattir sunan dizi o kadar ağır ilerliyor ki, zamanın içinde debelenen sizmişsiniz gibi.

The Walking Deadde karakter ya da hikaye yok diyemeyiz, var tabii ama o kadar az ve o kadar monoton ki. En büyük katliam ekran başındaki zamanınız. (Rachel Aroesti)

 

NOT: Yazının orijinalinde başka diziler de var, okumak isterseniz buradan buyurun.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER