Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
The Handmaid’s Tale: Bundan sonrası size kalmış

Ne zaman suç ortağı oluruz? Sesimizi çıkarmadığımızda, eyleme geçmediğimizde suçun bir parçası sayılır mıyız? Yoksa işler yanlış gittiğinde rehavete kapılıp, sonra bu rehavet artık bir seçenek olmaktan çıktığı zaman mı suç ortağı oluruz?

BluTV’de yayına başlayan, Margaret Atwood’un ülkemizde Damızlık Kızın Öyküsü adıyla yayınlanan romanından uyarlama The Handmaid’s Tale dizisinde gözümüzü bir distopyaya açıyoruz. Gilead Cumhuriyeti, insanların yaşamlarının tanrının otoritesi altında düzenlendiği bir ülke. Ne yiyecekleri, ne giyecekleri, ne konuşacakları, bunların nasıl yapılacağı kontrol ediliyor. Gözler her yerde. Evde, sokakta, alış verişte, parkta her an her yerde sizi izleyenler var. Yolun kenarına yanaşan bir siyah minibüsün içinden çıkan takım elbiseli adamlar sizi her an alıp, götürebilir.

Olanlardan hepimiz sorumluyuz. Hepimiz suçun bir parçasıyız.

Gilead Cumhuriyeti’nde ne kabus, ne gerçek ayırt etmek güç. Gilead liderleri zihinleri öylesine ele geçirmiş, haneleri teslim almış durumda ki güven, birbirine inanmak gibi bir durum söz konusu değil. Herkes birbirinden şüphe ediyor ve korkuyor, herkes birer muhbir. Bu yüzden insanlar olan bitene inansalar da inanmasalar da birbirini suçlamak, gammazlamak zorundalar.

The Handmaid’s Tale’de distopyada yaşıyoruz ama sonra dizi açıldıkça karakterlerin bir “öncesi” olduğunu, her birinin bugün yaşadığı dehşete zamanında gösterdikleri kayıtsızlık sonucunda vardığını görüyoruz. Kadın çalışanların işine son veren işveren "Benim kararım değil, başka çarem yok,” diye kendini savunmaya çalışıyor örneğin.

Biraz daha alışveriş yapmaz mısınız? Kavanozların üzerinde yazı yazmıyor, resimli etiketler koyuyoruz çünkü okuyan kadın istemiyoruz.

O şirketin çalışanlarından June (Elizabeth Moss) zaman içinde kendi adını kaybediyor ve Offred (Fred’in) adını alarak damızlık kız oluyor. Halbuki Offred’in Fred Waterford’un (Joseph Fiennes) malı olmadan ve günlerini alışveriş yapmakla geçirmeden önce, başka bir hayatı ve kimliği vardı. Kocası öldürüldükten, çocuğu elinden alındıktan sonra sıkı bir eğitimden geçirildi ve şimdi görevi bir an önce Fred’den hamile kalıp onun çocuğunu doğurmak. Tören gecelerinde kumandanın kısır karısı Serena Joy’un (Yvonne Strahovski) kucağında Fred’in tecavüzüne uğruyor. Offred tıpkı dizinin atıfta bulunduğu Bilhah ve Rachel’ın hikayesinde olduğu gibi bir rahimden ibaret. Eğer hamile kalamazsa, diğer “kadın olmayanlar” ile birlikte ölene kadar radyoaktif atıkları temizlemekle görevlendirilecek.

Gilead’da kısırlık yayılmış durumda. Kadınlar hamile kalamıyor, çocuk doğuramıyor. Hükümet kısırlık vebasının flört aplikasyonları, kürtajlar ve doğum kontrolünün laneti yüzünden yayıldığını öne sürüyor. Bu yüzden Offred gibi damızlık kızlar toplumun ileri gelenlerinin çocuklarını doğurmaya zorlanıyor. Diğer yandan sınırlarda mülteciler, şehrin ortasında asılan insanlar, dayaklar, elektro şoklar, oyulan gözler var.

Damızlık kızların darbe olmadan önceki hayatlarında Tinder, Über gibi severek, eğlenerek kullandıkları teknoloji, güç el değiştirince onları yarı yolda bırakıyor; yine aynı teknolojiyle banka hesaplarına el koyuluyor ve özgürlükleri ellerinden alınıyor. Yeni rejim yürürlüğe girdiği zamansa, müthiş bir eskiye özlem yaşanıyor, GPS’in, internetin olmadığı bir hayata geçildiği dekor, kostüm ve beslenme şekillerinden (evde eski usül ekmek yapıyorlar örneğin) görülüyor. Ama esas korkutucu olan teknolojiden de öte zihinlerin ve vicdanın ele geçirilmesi.

Gilead’ın silahları paranoya ve kutuplaşma. İşin ilginç tarafı bu zorba rejimin en büyük savunucuları arasında kadınların da olması. Serena Joy gibi ülkenin ileri gelenlerinin karıları, damızlık kızlara içerliyor. Hizmetle yükümlü olan Marthalar da öyle. Damızlık kızların ise, hınçlarını çıkartabilecekleri bir alan var; düşmüş olanları/ kurban seçilmiş kişileri linç etmeleri yönünde teşvik ediliyorlar.

Bir tane bile arkadaşımız olamaz. Çünkü kimseye güvenemiyoruz. Bir an bile kendimiz gibi davrandığımızda bunu fırsat bilip  bizi ihbar ederse ne yaparız?

İlk bölümün sonunda Gilead’ın damızlık kızları ikişerli sıra olduktan sonra hamileyken tecavüze uğrayan kız kardeşlerine saldıran bir adamı linç etmeye davet ediliyorlar. Adam gerçekten böyle bir suç işledi mi? İşlediyse bile cezası linç mi olmalıydı? Böyle soruları Gilead’da sormanın bir anlamı yok. Zira linç, damızlık kızların nadir olarak özgür bırakıldıkları anlardan biri.  Damızlık kızları düzene uyum sağlamaları için doktrine eden baş görevlilerden Lydia Teyze linçten önce “Bundan sonrası size kalmış,” diyerek sahneden çekiliyor. Sistematik olarak kimlikleri ellerinden alınan bir kitle için bu son derece inandırıcı ve ateşleyici bir söz. Damızlık kızlar, kurbanı linç ederken hınçlarını alıyor, anlık da olsa güçlü olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlıyorlar belki ama aynı anda o sistemin kölesi de oluyorlar. Alçak Gilead hükümeti onları işte böyle bir adaletin bir parçası haline getiriyor.

The Handmaid’s Tale, yalnızca kurumsallaşmış bir kadın nefreti hakkında, kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz hakkı üzerine değil aynı zamanda susmamak, sessiz kalmamak hakkında bir dizi. Çünkü ne yazık ki insanları birbirine düşman etmek çok kolay. Kötülük her an yayılmaya hazır. Sesimizi çıkarmadığımız, direnmediğimiz ve eyleme geçmediğimiz her dakika biz de o kötülüğün bir parçasıyız.

Kadın çalışanlarının işine son veren patronun o anda gerçekten başka seçeneği yoktu, muhafızların silahı vardı, ona söyleneni yapmak zorundaydı. Zamanında davransaydı belki başka bir seçeneği vardı. Ama Gileadlılar işaretleri görmezden geldiler, olan bitene seslerini çıkarmayı istemediler. Sonra ilkel ve kızgın bir şey uyanmaya başladı, güpegündüz insanlar birbirine hakaret etmeye başlayınca şaşırdılar.

 Birbirimizi parmakla gösterip suçluyoruz çünkü böylesi daha kolay.

Lydia Teyze (Ann Dowd) damızlık kızları doktrine ederken; “Sıradan olan, alıştığınız şeydir. Bu size şimdi sıradan görünmeyebilir ama bir süre sonra öyle görünecektir,” diyor. Lydia Teyze doğru söylüyor, çünkü Gileadlılar, yanlışın normal olduğuna inanmaya başladıkları zaman henüz onların daha iyi günleri olduğunun farkında bile değildiler.

Neticede Gilead’da her an, her dakika izleniyorsunuz, herkes birbirinden nefret ediyor, kimse kimseye güvenmiyor. Damızlık kız Offred şimdilik sessiz, içine kapanık, ortalarda hiç yok gibi ama aslında isyan bayrağı kalbinin zihninin derinliklerinde dalgalanıyor. Offred “Bunu hak etmek için ne yaptım bilmiyorum,” dediği zaman kendine acımıyor, şaşkın sadece. Sizin de bildiğiniz gibi böyle şeyler hepimizin her an başına gelebilir çünkü.

The Handmaid’s Tale sesinizi çıkarmayıp boyun eğdiğinizde zulüm nasıl sessizce yaklaşır, etrafınızı sarıverir, özellikle kadınlar hayatlarına sahip çıkmadığında neler olur onu anlatıyor. Özellikle çocuklarınıza izletin derim.

 

DEFNE AKMAN

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER