Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Ak ceketli Karadayı
Sezon: 1 Bölüm: 76

 

 
Karadayı’nın ikinci sezon finalinden aklımda kalanlar:

Ufacık tefecik, taş bebek Ayten’in, büyük bir kararlılıkla gazino patroniçesi oluşu.

Osman’la Songül’ün öpüşmesi.

Necdet’in sevgilisini oynayan hanımın estetik cerrahını derhal dava etmesi gerekliliği.

 Ve nihayet, ve en sonunda, ve oh be Rıza’nın saçını traş eden berberin ellerini öpmek istemem.

 Bir de sekiz ayda sekiz ömür ve sekiz tarz eskitmiş gibi görünen ak ceketli Karadayı.

Geri kalan her şeyi, bütün eğretilikleri, özenle seçilip bir araya getirildiğini düşünmeden edemediğim çirkin görüntülü, korkunç saçlı insanları, gereksiz uzatmaları, müsamere kalitesindeki kına gecesi ve nişan törenini ve özellikle de Bakan Bey’in groteske varan ‘oyununu’ unutmak istedim. Yani yaşamayan her şeyi diyelim kısaca.

Başrol yıldızlarını bir kenara çekip koyuyorum. Onlara lafım yok. Karadayı’nın rating başarısını da biliyorum, ona da lafım olamaz elbette.

Ama seyirci olarak aptal yerine konduğumu hissetmekten kendimi alamıyorum. İlk sezonu hep anlayışla karşılamaya, destek olmaya çalışarak hiç eksiksiz ama zar zor bitirdim. İkinci sezona başladım ve maalesef devamını getiremedim. Akıl mantık dışı kötülükler, akıl mantık dışı saflıklara mümkün olan en sıradan biçimde galip geldikçe ilgim azaldı, “o kadar kötü ki bu yüzden seviyorum” bahanesine bile sığınamadım. Ama eski göz ağrım diyerek ikinci sezon finalini izledim. İşte oradan da aklımda kalanları sıraladım yukarıda.


Bu mutlu sahne birazdan çok uzun, çok acıklı, bitmeyen bir ağıta dönüşecek.

Üçüncü sezondan önce burada yayınlanan Karadayı’da ne olmuştu, ne olacak? yazısını okudum. Yazıdaki bütün teaserları izledim ve yine denemeye karar verdim Karadayı’yı.

Bu üçüncü sezonun ilk bölümünden bana kalanlar ise şöyle:

İki beyaz güvercinli nefis bir mezarlık sahnesi.

 Karadayı’nın gözlerine yansıyan alevler. (Fakat yakın planda gözümüze sokulan versiyonu değil, iki kez üst üste gösterilen göz bebeğindeki belli belirsiz parlama hali.)


Özenle hazırlanmış gelin arabasının askeri düzenekli bombayla patlatılma anı.

 Songül’ün Osman’ı görünce nişanlısının ellerinden ellerini kaçırması.

Nefaset bir patroniçe olacağını ilk günden belli eden Ayten.

Namazını kılıp camiden çıkarken silueti adeta Hulk’a dönüşen Karadayı.

 Karadayı’nın öfkesi.

Hakime Hanım’ın kalbinin bir kere daha acımasızca kırılışı.

 Biri ‘entelektüel’ üç sapık adam ve 30’una gelmemiş genç bir kızdan oluşan, devletin kirli işlerini yürütmekle yükümlü kabadayı dünyası.

Yerli yersiz kullanılan ve kimi yanlış telaffuz edilen bir sürü ‘lakin’,’ her daim’, ‘ivedilikle’, ‘velhasıl’.

 Ve uzun, çok uzun, çok çok uzun bir...hadi söyleyeyim: duygu sömürüsü.

“Bütün Türkiye küçük Nazif’e ağladı” haberlerini okudum ertesi gün. Ayol nasıl ağlamasın? Çocuğu tabuttan aldılar, toprağa koydular, üstüne tahtaları dizdiler, bire bir uzunlukta bir gömme sahnesi izledik. Bir paramparça gövdesini göstermedikleri kaldı garibimin.

Bombanın patlamasından failin bulunduğu haberinin gelmesine kadar süren yaklaşık bir saat, değme tragedyalara taş çıkarttı. Müziğiyle, görüntüsüyle.

Sicilyalı bir aile gibi görünmelerine bakmayın, ya da bakın, dizinin izlenmesinin yegane sebepleri bu müstesna insanlar.

Aynı yapım şirketinin başka bir dizisi de bu sezon ailenin annesinin ölümünden sonra başlıyordu. İki senaryo arasındaki fark yeni ve eski Türkiye arasındaki farkı düşündürdü bana. Halbuki her iki Türkiye’nin de iyi bir diziyi zevkle ve birlikte izleyebileceğini savunurdum hep. Görünen o ki televizyon karşısında da ayrılmış saflar.

İsterdim ki her hafta ekran başına heyecanla geçip hiçbir şey için olmasa, Kenan İmirzalıoğlu ve Bergüzar Korel için BEN DE izleyeyim Karadayı’yı.

İsterdim ki, habire kafamda “Yahu, siz tık tık tık topuk tamir eden iki kunduracısınız, ne yaptınız da derin devletin bu düşmanlığını üstünüze çektiniz?” sorusu dönmesin.

İsterdim ki o iki kunduracı intikam yeminleri edip, düşmanla savaşmaya and içeceklerine bu yukarıdaki soruyu sorsunlar kendilerine.

İsterdim ki Bakan Bey’in kötülüğü “dunganga” seviyesinden çok gerçekten bir “Beyefendi”ye yakışır olsun.


“Ya hapisten çıkmış bir dangoz bizim Erdal’a askeri düzenekli bombayla niye suikast yapıyor ya?”

İsterdim ki….. o kadar çok ki. İstemekle olsaydı….

Ben başarılar dileyeyim, uzatmayayım iyisi mi. Özledikçe bakarım yine sevdiğim karakterlere.

(Bu arada, Ayten güçlense, ‘kabadayı’ Belgin’le aralarında bir yeraltı savaşı başlasa, Hakime Hanım da bu iki kanun dışı kadına ağzının payını vermek için uğraşan kanun kadını olsa çok tatlı olmaz mı? Alın size fan fiction.)
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR