Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Alemden bir Sefer geçti fakat ne geçmek!
Sezon: 2 Bölüm: 46

Neresinden başlayacağımı bilemedim, yaklaşık 15 dakikadır bakışıyorum imleçle. Dedim ki, ilk Sefer demezsem çok büyük ayıp ama sonra yapılan saygısızlık geldi o daha büyük ayıp geldi. Kendime verdiğim yetkiyle oraya değineceğim ilk.

Bir kamera arkası ekip düşünün, insanların içselleştirerek nirvanaya ulaştığı bir karakterin öldüğünü oraya buraya ‘elveda’ yazarak paylaştı. Ben sonradan öğrendim ki Mesut Yar da köşesinde veda etmiş Sefer’e. Yanlış anlaşılmasın, paylaşanlara lafım yok çünkü koca koca insanlar ve böyle bir şeye izin verilmese zaten yapmazlar diye düşünüyorum. Ancak buna izin veren yapım şirketini esef ile kınıyorum. Eğer bu bir taktikse, bir anda çok tepki çekilmesin diye gün içine yayıldıysa da, fikri düşünen, ortaya koyan arkadaşı çok tebrik ediyorum ziyadesiyle akıllıca olmuş. Ve fakat doğru gibi görünen, müthiş bir yanlışlık var işin içinde. Şahsım adına çok soğuktum. Resmen oturup izlemeyeyim diye bahaneler üretmeye çalıştım kendime, başaramayınca el mahkum geçtim TV başına. Poyraz Karayel’i ilk bölümünden bu yana, çok çok üstün bir sevgi ve merakla takip ettiğim gerçeği burada dursun, yayın hayatı boyunca ilk defa içimden gelmedi izlemek. Sefer’in ölmesi değildi mesele, kızsam da, böğrüm delinse de her karakterin bir ömrü vardır, gitmesi gerektiği zaman gitmezse eksikleşir, soluklaşır. Bu senaristin gidişata göre belirlediği bir şeydir, o yüzden “Ne gerek vardı öldürmeye?” tepkilerimizi de bir alalım şu yana, ileride ne bekliyor bilemiyoruz sonuç itibariyle. Derdim -belirttiğim sebeplerden- bu değil, böyle bir şeyi en başta senariste, sonra oyuncuya yapılan saygısızlık olarak nitelendiriyorum. Bir şekilde düşerse bu yazı önlerine cevap hakları elbette ki var, olayın bir iç yüzü vardır belki bilinmeyen. Öğrenmek isteriz. Saygılar.

 

Açıkça belirttiğim gibi bölümü doğru dürüst izlemedim, o yüzden uzun bir Özetliyorum olmayacak. Sadece Sefer yakalandıktan sonra adam akıllı baktım. O da dağıttı zaten. Şimdi Reis Bey, sizin yazdığınızla sizi vurmak gibi olmasın ama(Utanan maymun emojisi) “Ulan bizim ki de yürek be! İngiliz anahtarı değil ki?” (Maymunun utanmadığını ben de biliyorum, ben onu öyle koydum kafama, utanan maymun o.)

Biz bu konuda daha önce de konuşmuştuk Poyraz Karayel’ci. Demiştim ki: “Hayatın anlamı asla klişe bir laf değildir, oldum olası kabul etmem zaten ama ölümün anlamı bir efsane oldu. Ölümün anlamlanması demek, ne demek? Şöyle sorayım: Ölüme mana yükleyebilir mi bir insan, bir başka insan için? Bugün insanlığın en korktuğuna, böylesine bir sevgiyle kafa atmak hangi yiğidin harcı?” Sefer yiğidinin-miş… Bir insan bir insana mana yükleyebilir-miş ölüm üzerinden ve adına da ‘sevda’ derler-miş. Bir insan kabullenerek gidebilir-miş nefessizliğe ve tek sebebi sevda olabilir-miş. “Her şey insanlar için,” der anneannem sık sık, ne güzel laf-mış, ne büyük anlam taşır-mış. Hayat bizim içinse ve bir şekilde bir anlam tutuyorsa peşinde, ölüm de en az onun kadar bizim için ve bir şekilde bir anlam tutuyor peşinde. Gelen amaçsız gelmediği gibi giden de amaçsız gitmiyor bu diyardan. Sefer yârini kurtarsın diye gitti, bir anlamsa şayet bu, zannımca en anlamlı anlam. Ne demiş Neşet Dede: “Batınım sen oldun zahirim sensin. Evvelim sen oldun ahirim sensin.” Sefer’in içi oldu Sema, dışı oldu, öncesi oldu, sonrası, sonu oldu. Canın bir an olsun yanmadı değil mi Sefer? Bir kez olsun ‘ah’ demedin değil mi? Ne güzel adamsın Sefer! Üzülmediğim bir tek nokta var: Baba oldun Sefer. Hayatın boyunca yapmak istediğin tek şeyi yaparak gittin sen. Ne büyük güzellik sırf bu bile… Sen bir kerecik olsun ‘Baba’ duydun bir çocuğun ağzından. Sen demezsin ama ben bilirim sırf bu yüzden bile canın acımamıştır senin giderken. Senin en büyük eksiğin çocukluğundu, çocuğunla kapattın onu. Önce Baba, sonra Sema, en son Anıl. Sen hayatın için dilediğin ne varsa gerçekleştirerek gittin ya Sefer, akıttığım(ız) gözyaşlarının, hepsi sana feda olsun. Sen meraklanma sorarlarsa deriz ki: Alemden bir Sefer geçti… Ama ne geçti…

Ve Kanbolat Görkem Aslan. Şüphesiz, televizyon tarihinin en sağlam karakterlerinden birine hayat verdin sen. Sefer güzelse yarısı senden, yarısı karakteri yaratandan. Yolların açık olsun adam.

Bölüm üzerinden özel bir parantezi de Hare Sürel hak ediyor bence. Meltem çok uç bir karakter,  sınırsız. Ona saçma klişeleri dayadığında, garip bir şekilde, ne saçmalığı kalıyor klişenin ne klişeliği. Celil Nalçakan’la yakaladıkları uyum zaten beni koyu bir ZülMel’ci yaptı bugüne kadar. Ve fakat Hare Sürel, Meltem’i tek başına da çok iyi yürütüyor. Elbisenin üstüne cuk olması gibi bir şey bu, elbisesini güzel taşıyor ve iş bitip yollar ayrıldığında o elbiseyi askıya asıp, yeni elbiseleri üstüne uydurmaya gerek kalmadan taşıyabileceğine inanıyorum ben. Senin de yolların açık olsun kadın.

Sema’nın tarihi ayarları derim ve çekilirim arkadaşlar. Çok başarılı bir sahneydi ”Biraz haysiyet vereyim istersen.” Ve Emel Çölgeçen, Sefer’e veda sahnesinde en az Kanbolat Görkem Aslan kadar döktürmüş oyunculuğunu. Çok hoşlanmam bunu yapmaktan ama bir kereye mahsus yapacağım kendime engel olamayarak. Eğer illa ‘gecenin yıldızı’ diye seçeceksek, Emel Çölgeçen ve Kanbolat Görkem Aslan ikilisidir bence.

 

Bir de bölüm başındaki Poyraz’ın “Beni benimle bırakma!” konuşması vardı. Onun da üstüne birkaç söyleyeceğim var. Bir insana şu cümleyi kurdurtacak raddeyi düşünün. Poyraz en başından beri Sinan ve Ayşegül için hayatına devam eden bir karakter olarak yansıtıldı, bu cümle sözlü bir biçimde bunun onayı gibi bir şeydi bence. Beni benimle bırakma diyorsan bir insana, aslında sırf o insan için burada olduğunun ve burada kaldığının kanıtıdır. “Sen tut ki elimi kaybolmayayım, sen bırakma beni ki nefesim ağır gelmesin içime. Sen kal ki hayatım anlamlansın. Çünkü ben bıraktım. Tek başıma kalsam yolum yok benim. Ben o yolları çoktan geçtim, bitirdim. Düşmediysem yol sonunda sen bana eklendin diye, sen bana nefesinden üfledin diye düşmedim. O yüzden, bırakma ellerimi!” dedi Poyraz. Nitekim bölüm sonu da gördük ki, her şeye rağmen birlikte ve el eleler. Adil’i bitirmek adına bir yola girdiler, hayırlar olsun.

Dipnot1: Yazmadım ama siz benim gönlümün en birincilerisiniz, unutmayınız sevgili ZülMel’im. Ayrıca çiçek yediğinizi de görmedim sanmayın, konuşuruz onu bilahare…

Dipnot2: Sezen Aksu’nun her duruma uyan ya da uydurulabilen sözleri var ya, onlar en büyük sebeplerimden o kadını kalbimde taşımam da. Diyor ki: “Vay yine mi keder, ama artık yeter!” Zaten dört bir yanımız ölüm haberleri ile dolu, bir de dünyadan bir nebze kopabilmek adına izlediğimiz şeylerde de sürekli ölüm olması beni çok germeye başladı açıkçası. Üçüncü Poyraz dönemi ‘intikam’ duygusundan besleniyor, bu yüzden karakter ölümlerin olması kabul edilesi, ki işler kızışsın, en olmayacak denilen olsun. Ama fazla üst üste geldi. Öldürmemek diye bir şey söz konusu değil burada sadece biraz ara, biraz soluk diyorum.

Dipnot3: Bir de “Niye hiç Adil Topal ile ilgili yazmıyorsun?” diyenler oldu. Onu bir yazarsam buralar kaldıramaz çok sevgili Poyraz Karayel’ci. O yüzden hiç bulaşmıyorum, tepkimi kendime saklıyorum bu konuda.

Her zamanki Özetliyorum’lara kıyasla farklı bir Özetliyorum oldu. Daha çok oyunculuklar üstünde durduğum, eleştiri bazlı. Poyraz Karayel için oturup bu içerikte bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi fakat güzellikleri yazıyorsa, ters geleni de yazmak hakkımız diye düşünüyorum. Yanlış bir kelamımız olduysa affola. 47’de görüşmek dileğiyle. Güzel günleriniz olsun.

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR