Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Beni öp, sonra affet beni
Sezon: 1 Bölüm: 8

Koş Melisa, koş.

Cemal Süreya bir şiirinde, “Annem çok küçükken öldü, beni öp sonra doğur beni,” der; Ali’nin durumunda bu cümleyi şöyle kurabiliriz, “Babam çok küçükken dövdü, beni öp sonra affet beni.” Belki o zaman Ali de affeder kendini.

Her şeyin sonunda kalır kalbim; her şeyin sonu kalır aklımda. Okuduğum romanın son cümlesi, izlediğim filmin son sahnesi, sevdiğimin dizinin bölüm sonu. Son sahnede ne hissettiysem bölüm o’dur, o kadardır. Sekizinci bölümün son sahnesinde hissettiklerim ise buradan göğe yol olur, Ali’nin gözlerindeki göğe.

Haluk’un gittiği evde saklanan kişi Melisa’ydı, bunu zaten yedinci bölüm sonunda görmüştük. Haluk, evi aramaya başladığında ise çareyi kaçmakta buldu. Haluk açılan pencereden şüphelense de bir bulguya rastlayamadığından eli boş kaldı.
Melisa’nın orada ne işi olduğu bilinmiyor, neden saklandığı, saklanırken ona kimin yardım ettiği -bölümün bu kısmında en azından-, Haluk’un bu işle olan bağlantısı, hepsi birer cevapsız soru, şimdilik.


Telefonu yüzüme kapatan Güneş’lerin hastasıyım. -Ahmet

Ahmet, çocukları bulduğunu haber vermek için sabah Güneş’i arıyor.  Güneş, iyi olduklarını öğrenir öğrenmez azar faslına başlamayı umsa da Ahmet sağ olsun, bu biraz daha geciktiriliyor.

Çocuklar ve Ahmet, Savaş’ı uğurlamak için ayaklanıyor, Savaş şimdilik Ahmet’in atölyesine yollanıyor, bir gün sonra ise geri dönmemek üzere gitmesi planlanıyor.

Ali, bir yıldır Savaş’a olan uzaklığını bir nevi onu kurtararak ödemeyi planlamıştı, bu da yeniden kuzen olmalarını sağlamıştı. Herkesle vedalaştığında sona evin delisi Nazlı kaldı elbette, vedaları sevmeyen Nazlı, daha çok sevdiği adamlara ettiği vedaları sevmeyen Nazlı.

Ev sizin de oda benim, çat kapı çat kapı nereye kadar? -Güneş

Güneş’in ayağı Sevilay’ın arabayla üzerinden geçmesiyle kırılmıştı, Rana da bunu konuşmak için odasını ziyaret ediyor. Aman ağzımızın tadı kaçmasın, maksadıyla Güneş’i Haluk’a söylememek üzere uyarıyor. Güneş’in son düşüneceği kişi bile değil o an Sevilay, üzerine düşme gereği bile görmüyor. Rana’ya “Endişelenmem gerekiyor mu?” diye soruyor, Rana her zamanki gibi poker face, “Elbette hayır,” diyor. Ben söyleyeyim Güneş, kaç, arkana bile bakmadan kaç ama giderken kızlarından Selin olanı Ali’nin yanında bırak.

Ne demek düşüp kırdım ayağımı, söyleseydin ben kırardım. -Haluk

Güneş, Haluk’da olan değişimin farkında varıyor. Bu noktada tüm izleyiciden bir “Sonunda!” nidası geliyor tabii. Güneş bir süre daha etrafı tozpembe görseydi, yolda izlediği dizinin oyuncularını gören teyzeler gibi, “Kızım güvenme o adama güvenme,” diye arkasından bağıracak kıvama gelecektim. Neyse ki, Güneş Haluk’u anlamanın da ötesine geçti, çözümledi ve hemen ardından uzaklaştı. Hızlı bir etki tepki oldu ama kesinlikle gerekliydi.

Ahmet, Ali’yi eve götürmemek için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamıyor. Ali, kızları yalnız bırakmak istemiyor, hemen ardından gülüşüne sakladığı acı veren her anıyla, “Babamı biliyorsun,” diyor. Babamı biliyorsun, ceza sisteminin nasıl çalıştığını da, şimdi ya da sonra ne fark eder, diyor gülüşüyle. Ah o gülüşüne sakladıkları, ah! Selin, korkup kaçmayan gerektiğinde kendini öne atan Ali’yi sevmiş görünüyor ama bilmiyor bunun nasıl bir sonuç doğuracağını, bilse öne atlamaktan çekinmez, bilse ilk o engel olur ama bilmiyor.

Bugün bir Haluk Mertoğlu salona girdiğinde, tüm gözler ona döner.

Haluk, geldiği gibi esti, gürledi, biz de ondan bunu bekliyorduk. Savaş nerede, gündem konusu zaten. “Savaş nerede?”, “Oğlum iyi misin?” yok, “Kızlar iyi misiniz?” yok,  “Savaş nerede?” bu kadar. Ahmet, her zamanki gibi yumuşatma duvarı. Adamın sesinde sakinleştirici etkisi var zaten ama Haluk’un gürlemesinin önüne geçilecek gibi değil.

Ali, atlıyor öne, “Ben yaptım,” diyor, “Plan da benim, suç da; kaç cezaysa öderim.” Öyle deme Ali, öyle denilmez cesaretine hayran kaldığım bir de üstüne meydan okurcasına gülünmez, gülme.

Elin kırılsın Haluk.

Haluk bu durur mu, indiriyor tokatı tüm gözler üzerlerindeyken hem de, herkes şaşkın, herkes endişeli. En çok Selin tabii, en çok Selin.

Ali, çok yemiş o tokadı yüzüne, çocukluğundan bu yana, çok darbe almış ama ilk kez bu kadar göz bakarken bunca insanın içinde böylesine iniyor sevmek için hiç uzanmayan el yanağına. Bu kısımda Haluk beni çileden çıkartıyor, beni benden ediyor, bildiğim tüm hakaretleri şık bir kıyafet gibi üzerinde taşıyor.
Haluk, çözümlemesi zor bir adam, o kadar çok ‘neden’ ile başlayan soru var ki. Hiçbirine cevap bulamıyorum. Neden sevmiyor Ali’yi? Neden böylesine büyük bir öfkesi var kendi kuralları dışında yaşayan herkese? Neden onun sınırlarından biraz çıkılınca gözü dönüyor? Neden?

Ali’nin yanağına inmedi ki o tokat, çocukluğundan kalana indi, cesaretine indi, biraz adamlığına biraz da hiçliğine indi. Şimdi nasıl toparlayacak eksik yanlarını, nasıl iyi biri olacak, nasıl sevecek birini böylesine sevilmemişken?

Durup dururken bağırmasa iyi çocuk aslında.

Selin durmadı tabii, koştu Ali’den eksilenleri toplamak için ama öyle kolay değildi bu kez, bu sefer parçalar çok derinden koptu. Bir an önce hafif bir esinti halinde konuşurken bir an sonra sesinde lodos esti. Ali ve med cezirleri, Ali ve gidip gelen ruh hali, Ali ve öfkelendikten bir an sonra gülüşleri.

Birçok kez gördü Selin bu halini, birçok kez şahit oldu Ali’nin öfkesine ama ilk kez altında yatan gerçek nedeni buldu, ilk kez bağırırken içinde neyin yok olduğunu gördü. Belki de ilk kez bağırdığında suçu kendinde aradı.

Çocukluğumdan beri tırnak yiyorum, bir türlü uzatamadım, acı oje mi alsam? -Haluk

Yaşananlara en çok şaşıran kişi Güneş, Haluk’un kendinde olmadığını öngörmüştü ama böyle bir şey yapmasını elbette beklemiyordu. Haluk’un en büyük sorunu kendini haklı görmesi; yaptıklarının uç olduğunu, sınırı aştığını düşünmüyor, onun için gayet normal bir durum. Benim oğlum, cezasını da ben veririm, deyip kenara geçip oturabilecek kadar iç huzuru yeninde.

-Sonra dedim ki Haluk sen ne yapıyorsun?  +Eee o ne dedi?

Güneş, kızlarla konuşmak için odalarına gidiyor. Bir ebeveyn gibi durumu anlamaya, çözümlemeye çalışıyor Haluk’un aksine. Kızların böyle bir şeyi neden yaptığını anladığında ise sıra ceza faslına geliyor. Telefonlarına el konuluyor ve tabii ki ev hapsi, telefon cezası Nazlı için önemsiz olsa da Selin’in göğsünden ama kalbini kalbini sökmeye yetiyor.

Anne tatava yapma, mavişim de geç. -Ali

Ali yediği tokadın etkisiyle Sevilay’ın yüzüne bir gerçeği vuruyor, “Babam bir şey yapmış olsa ne olacak, arkamda mı duracaksın?” diye soruyor. Haluk, Ali’ye bir şey yaptı Sevilay, hem de çok derin yaralar açacak bir şey yaptı, ne yapacaksın arkasında mı duracaksın?

Düşünüyorum da Haluk ve Sevilay iş birliğinden Ali nasıl doğmuş, bir yanlışlık olmuş olmasın?

Kırık ikizler : Macera peşinde.

Selin ve Nazlı, annelerinin verdiği cezaya rağmen evden kaçıyorlar. Nazlı, Savaş’a çocukluğundan kalan tek oyuncağını, maymununu vermeye gidiyor. Selin ise Ali’yi bulup iyi olup olmadığını kontrol etmeye.

Selin, Nazlı’nın duygularını itiraf etmesi gerektiğini düşündüğünden gerekli gazı gerekli dozun biraz üstünde veriyor. Nazlı, her ne kadar gaza gelecek biri olmasa da duyguları baskın geliyor kabul ediyor.

Selin ve Nazlı hep böyle olsun, didişsinler ama birbirlerinin arkasını da kollasınlar, sarıp sarmalasınlar birbirlerini.

Bu performansla Scream’e konuk oyuncu olursun sen Sevilay.

Selin, gizli gizli eve girip Ali’ye ulaşmaya çalışırken Sevilay’a yakalanıyor. Sevilay ilkinden ağzı yandığında ikinci mutfak tıkırtısına temkinli gelmiş tabii Selin’i karşısında görünce önce şaşırıp sonra yine bilindik memnuniyetsiz haline bürünüyor.

Selin, Ali’yi görmesi ile arasındaki tek engeli Sevilay sandığından hemen sonuca varma umuduyla ne var ne yok anlatıyor. Sevilay’ın Ali’nin yaşadığı anla ilgi merak ettiği tek şey ise, “Herkesin içinde mi?” oluyor. Bu yani, bu kadar. Ali’yi evlat edinmek için nereye başvuruyoruz?

Öyle güzel gülme yeter.

Selin Ali’yi buluyor bulmasına da bulmamayı diliyor o anda. Ali’nin keyfi yerinde, diyen Tuğçe’ye rağmen öyle bir bakıyor ki, öyle derin. Selin, hep güzel ama kıskandığında en güzel. Gözlerinde birçok anlam gizli tam o anda. Ali’nin acısını gören bir hüzün gizli, savrulduğunu bildiğinden biraz endişe gizli, başka biriyle görmenin verdiği çözemediği bir sızı gizli, Selin öyle bir bakıyor ki, bir adama ancak öyle bakılır.

Kimse bilmiyor içini Ali’nin, kimse duymuyor ruhunun attığı çığlığı ama Selin tüm somutluğuyla görüyor acısını, kalbinde hissediyor üstelik.


Nazlı, Savaş’ın yanına ulaştığında yine en çocuk yanıyla yaklaşıyor, önce maymununu gösteriyor sonra ben geldim, diye atlıyor. Savaş da bu durumdan memnun artık, her taşın altından Nazlı’nın çıkması onu mutlu ediyor.

Nazlı yeterince aşık, yeterince kapılmış zaten bir de üzerine Savaş ekstra temas sergiliyor. Onda da durumlar değişiyor, onun kalbine de değen bir şeyler var ama henüz farkına varamıyor. Aklı hala Melisa tarafından işgal altında olduğundan, kalbinin ne dediğini duyamıyor.

Baksana Ali, kıskanınca da çok güzel oluyor muyum? -Selin

Selin kararlı, sen beni bırakmadın ben de seni bırakmayacağım, diyor.  Bırakmasın da, Ali’ye biri iyi gelecekse, o da Selin olur, aksi düşünülemez. Selin’in inadı, dediğim dedikliği, asla vazgeçmemesi Ali’yi de yola getirir getirmesine de kanında dolaşan alkol engel buna, en çok da o havadan indirmediği burnu. Kibirli olduğundan değil, kalkanını kenara bırakırsa herkes görür diye yaralarını. Selin zaten biliyor, Ali’nin özünü ama o yıllardır dost diye yanında tuttuklarının en ufak bir fikri yok.

“İyiyim,” diyor Ali, gözleri haykırırken mutsuzluğunu, üzerine bir de gülüyor, gülünce herkes inanıyor iyi olduğuna. Selin hariç. Selin, nasıl sığındıysa Ali’ye canı yandığında, aynısını bekliyor ondan da. “Başkalarına ağlama, gel benim omuzumda ağla,” diyor bir nevi ama Ali de kararlı, ağlamayacak, partileyecek.

2B sınıfından Nazlı arkadaşımız İlan-ı Aşk isimli şiirini okuyacak.

Nazlı, Selin’den aldığı gaza dayanarak Savaş’a bir şey söylemek istediğini söylüyor. Tabii, bu “Bir şey söylemek istiyorum,”un ardından uzun bir sessizlik geliyor. Haliyle biraz sakinleşip aklını toplamaya ihtiyacı var, Savaş’ı yanından uzaklaştırıp başlıyor prova yapmaya.

Nazlı, sevgisiyle iyileştiriyor Savaş’ın kalbini, yas bulutunu aralatıyor, güneş doğuruyor; bir söylese her şey daha güzel olacak ama yok duyamayacağı zamanlarda bülbül olan dili, Savaş görüş alanına girince lal oluyor.

İkinci bir “Ben sana aşık oldum,” geliyor gelmesine ama Savaş’ın duyamayacağı yerlerde saklanıyor.

Anne olmaya kararlı Sevilay online.

Sevilay, Selin’in ağzından Ali’nin tokat yediğinii kaçırması üzerine kendini teknede buluyor. Duruyor Haluk Mertoğlu’nun karşısında, dağ gibi anne gibi tam “Sen benim oğluma dokunamazsın,” diyecek, diyemiyor çünkü derdi oğlu değil, derdi Haluk. Senden de bu kadarı beklenirdi zaten Sevilay, senden anca bu kadar anne olur, otur sıfır.

Kimse babamın yeni karısının kızına tuvaleti soramaz, anladın mı?

Ali her, “Ben iyiyim,” dediğinde Selin’den bir ‘patladın oğlum sen, haberin yok.’ repliği beklesem de gelmedi. Gelmedi ama beklenen oldu ve Ali patladı. Kimse görmedi kahkahasına gizli öfkesini, kimse bilmedi gülerken gözlerine sakladığı acısını, Selin bildi ama o da engel olamadı.

Ali, kavgadan sonra öyle bir laf etti ki, üzerine ne söylense boş, ne söylense az. “Haluk Mertoğlu benim babam, bir kere de işe yarasın,” dedi. Bir kere olsun beni kurtarsın, bir kere olsun benim tarafımda olsun, bir kere olsun önceliği ben olayım, dedi bir nevi.

Kapat kız uyanacak, kapat.

Nazlı, itiraftı, üzerine çay dökmeydi derken uyuya kaldı, en rahat yer olan Savaş’ın omuzuna da kuruldu ki değmeyin keyfine. Tam o sırada, Savaş’ın bir yıldır beklediği an yaşandı ama kendisinin bundan haberi yok. Melisa, dayanamayıp Savaş’ı aradı ama yaptığı tek şey “Seni çok özledim,” deyip ağlamak oldu, tabii Savaş bunu da duymadı.

 

Tam o sırada uyanan Nazlı ise, bir anda yerinden fırlayıp gitme kararı aldı. Vedaları sevemeyen Nazlı, Savaş’a bir ömürlük sarıldı, bir vedadan çok beni bırakma çağrısıydı ama sonuçsuz kaldı.

Nazlı giderayak yine yaptı Nazlı’lığını, “Benim tişörtüm sende kalsın, bu da bende,” diyerek kaptı gece yatarken giyip ağlamalık tişörtü. Güzel günlerde giy Nazlı, güzel anlarda giy.

Savaş, birinin onu önemsemesine, onun için endişelenmesine öylesine alışık değil ki, Nazlı’nın kalbine yerleştiğinin bile farkına varamıyor.

“Elleri ellerime, gözleri gözlerime, saçları saçlarıma karışan bir sen olsan.”

Ali daha ne kadar peşinde olacağını sorduğunda, Selin’in “Sen iyileşene kadar,” demesine şiirler yazılır, şarkılar bestelenir hatta o cümleden film yapılır, film.

Sen iyileşene kadar, ne kadar güzel, ne kadar naif bir cümledir. Yaraların var, sardırmıyorsun ama izin ver iyileştiğini göreyim, demektir. Gözyaşını akıtmıyorsun ama bileyim içine de akmadığını, demektir. İzin vermiyorsun tutmama, bari yumruk olmasına engel olayım ellerinin, demektir. Selin’in şefkati, sabrı, özverisi, sevecenliği öylesine büyüleyici ki, yıkamayacağı duvar, aşamayacağı engel yok.

“Ben senin için korktum,” diyor ya hemen diniyor Ali’nin gözlerindeki fırtına, hemen gülümsüyor güneş bulutların ardından. Selin, her zaman açık sözlü her zaman net, asla arafta bırakmıyor, neyse o. Ali biraz daha mesafeli, daha kuşkulu çünkü onun kalbi daha erken düştü aşka, o Selin’e baktığında kalbinin artan ritmine hazırlıklı değil henüz.

Şimdi senin aklında iki soru var; 1-Bunun bir bedeli var mı? 2-Bunun bir bedeli var mı?

Savaş, evden ayrıldığında takipte olan araç onu alıp Haluk’un yanına getiriyor. Haluk, üste çıkma konusunda doktora sahibi olduğundan, Savaş’ı suçlu hissettirecek bütün kozlarını kullanıyor ve onu tekrar kliniğe yolluyor. Savaş’la bitmeyen derdi de artık seyirciyi çileden çıkartıyor. “Yeter, rahat bırak şu çocukları artık, yeter!” diye bağırmak istiyorum.

Burada söylemeden geçemeyeceğim, Emre Kınay’ı yolda görsem arkasından bağıracak kadar ifrit oluyorum Haluk’a, ee bu da Emre Kınay’ın rolün hakkını vermesinden kaynaklı.


Sanmıyorum bu kadar paranın beni Savaş’dan uzak tutacağını. -Melisa

Rana, Melisa’yı saklayan kişi, nedeni belirsiz ama ortada bir ödeme olduğu kesin. Melisa, Haluk’a yakalanmaktan son anda kurtulduğundan daha fazla paraya ihtiyacı olduğunu söylüyor Rana’ya.

Rana’nın Melisa’yı Haluk’tan sakladığını düşünüyorum, Melisa’yı saklama nedeni her neyse onu da Savaş’tan saklıyor belli ki. Bakalım tüm bu gizem perdesi açılınca ortaya nasıl bir bağlantı çıkacak?

Ben de kızıma köpek alayım diyordum da oyuncağını mı alsam, Nazlı’ya bir maymun aldım hala saklıyor. –Zafer

Zafer, Peri’nin etrafında dolanmaya devam ediyor. Dolanmakla da kalmıyor iletişim kurmaya, benim de kızım var, girizgahlarına başlıyor. Onu görünce hatırlamayacak tek kişi elbette Peri, o da bu kozu kullanarak hafif hafif yaklaşıyor.

Atlarsan atlarım demişti Jack, Rose’a, ben de mi desem? -Nazlı

Savaş’ın kliniğe gittiğini öğrenen Rana ve Nazlı hastaneye yanına gidiyor, odasında olmadığını gören Nazlı, bir gece önce konuştuklarını hatırlayıp kendini çatıda buluyor; tabii Savaş da tam karşısında.

Savaş, hastaneye yatmaktansa çatıdan atlarım dediğinde Nazlı, “Bu kez de ben seni tutarım,” demişti, tutmaya geldi. Savaş, hayatta kalmak için bir sebebi olmadığını düşünürken Nazlı ona bir neden, bir amaç, bir umut sunuyor ve bu kez duyacağı şekilde “Ben sana aşık oldum,” diyor. Bu Savaş’ı çatıdan indirmeye yeter elbet.

İyice silahlı, gözyaşlı arkası yarın dizilere döndük Ali, ağlama Ali. -Selin

Selin, Emre’nin evinden çıktıktan sonra Ali’yi takip ediyor, dün gece kavga ettiği çocukla buluşmaya gittiğini bildiğinden. Taksiyle yolunu kestikten sonra Ali yine bırakıyor sesini lodosa, estikçe esiyor, Selin tam o anda belindeki silahı görüp denize savuruyor. Bu da Ali’yi çözen hamle oluyor, öfkesinin altında yatanı yüzeye çıkartıyor ve asla yapmam dediğini yapıyor, ağlıyor. Selin tutarken, istediğin kadar ağlayabilirsin Ali, utanma.

Beni neden sevmiyor, diye soruyor, gözyaşları içinde kalbinden süzülürken tüm acı. Selin, daha sıkı kavrıyor, ağla, derken daha da sıkı tutuyor. Ali de ona sığınıyor, tutunuyor.

Lütfen artık kendini affet.

Sen sevilmeyecek biri değilsin.

Bu cümleler, öylesine etkili, öylesine içten ki, Selin acının kaynağına dokunuyor, kendini affet diyor, bırak kendinle savaşmayı.

“En sonunda caddelere çıkardım, kaynağından öptüm seni.”

Ali, kendini affetmeye başlayacaksa bunun bir miladı olmalı, bu milada güzel bir anı yakışır.

Sen de beni affet.
Affet Selin, Ali’nin dudağına değen kalbini değil, o sahili asla unutamayacak olmanı da değil, bakışlarına gizli kalp çarpıntını da değil, bu aşkın seni de onu da yakacak olmasını affet. Bu öpücük ardından yaşanacak tüm kaçıp kovalamaları, bağırışları, gözyaşlarını, savrulmaları affet ama ne olur bırakma.

Giderken ardından gitme kal diyemedim, diyemedim, diyemedim.

Değdi ya dudakları dudaklarına, şimdi gitsen ne fayda Selin, sen şimdi gidiyorsun ama kalbin o atışı hiç unutmayacak, hiç.

İki çiftimiz için de önemli gelişmeler oldu, ikisi de bir başlangıcın kıyısında kaldı, bakalım gelecek bölüm kaldıkları yerden mi devam edecekler yoksa hiçbir şey yokmuş gibi mi davranacaklar.

Dipnot: Haluk o kadar çok bedel dedi ki, bir ara dizi aşiret dizilerine dönecek diye endişelenmedim değil. Evet, Haluk ben şimdi bunları yazıyorum ya bunun bir bedeli var, biliyorum.

Dipnot II: Tüm kategorilerde zirveye oturmuş yine bölüm, tahtalara vuruyoruz, dağlara taşlara.

İrem Pelin Sönmezer 
07/08/2015 23:59
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR