Daha önce forumlarda yorumlar yaptığım olmuştu. Sağ olsunlar okumaktan keyif aldıklarını söyleyenler de çok oldu. Ama ilk defa bir site için özel yazı yazıyorum; umarım son olmaz. Poyrazcığım Karayel’i başladığı bölümden beri ailecek severek izliyoruz, her Çarşamba geçiyoruz televizyon karşısına kâh gülüyoruz, kâh heyecanlanıyoruz, kâh üzülüyoruz. Bu sefer de geçtim bilgisayar karşısına, sıvadım kollarımı, 29. bölümü özetliyorum.
Hatırlarsanız 28. bölümü Poyraz ve babasının karşılaşmasıyla bitirmiştik. Bir ‘acaba’ oluşmuştu bazı kişilerin kafasında “Acaba bu adam Adil Topal değil mi?” soruları her yerdeydi. Aslında sezon finalinden biliyorduk; o baba Adil Topal. İşte bunu Poyraz öğrenecek mi? Bu adamın derdi ne? Eğer babaları Adil ise neden hem kızına hem torununa (aslında oğluna) saldırı düzenledi? Bir çok soru işareti oluştu herkesin kafasında. Bazılarını da yavaş yavaş çözüyor gibiyiz.
Bir diğer yandan ileriki bölümlerde Ayşegül ile Poyraz’ın başına ciddi çoraplar örecek başka bir konumuz daha var; Ayşegül’ün kardeşinin ölümü. Mete’nin tek derdinin Ayşegül’e yardım olduğunu düşünmüyorum tabii ki. Altından çıkacakları da öğrenmemiz yakındır. Mete bunun peşini bırakmayacak belli. Tabii ki tek başına olmayacak; Ayşegül’ü de peşinden sürükleyecek.
Geçen bölümün bir diğer soru işareti de “Acaba Bahri baba Adil Topal’ı tanıdı mı?” idi. 1977 yılında kaybolduğunu söylediğinden şimdiki halini tanıması çok da olası değildi, ki öyle de oldu. ‘Karayel’ soyadının çağrışımıyla birlikte Poyraz’ın babası olduğunu öğrendiler.
Poyraz’ın yanındaki iki polis fazla Poyrazcı. Bu benim çok şaşırdığım bir nokta. Malumunuz Poyraz hep kazık yiyen taraf olmuştur. Yanında her daim sözünü dinleyen, yardım eden iki meslektaşı insanı şaşırtıyor. “Aman onlar hep öyle kalsınlar lütfen,” diyelim. Çünkü yeni amirinden de belli bir şeyler çıkacak. Amirin yardımcısı geçen bölüm öldürüldü ama amir hala orada.
Gelelim kısa kısa hepsinden bahsetmeye.
Sema’nın bir hastalığı yokmuş; hayırlı uğurlu olsun. Tabii bu kadar kolay öğrenilmesi herkesin yine bir ‘acaba’ demesine neden olmalı bence. Beyin bu; MR’ı var, EEG’si var, tomografisi var derken bir çok şeyine bakılması gerekiyor sanki. Bir muayenede hepsine bakılıp her şeyi ortaya koymuşlar mıdır? Tahlili cartı curtu yok mudur? Sadece yorgunluk deyip kapatılır mı? Göreceğiz.. Ama birkaç bölümdür Sema orada hasta diye ekran karşısında biz izleyenler ahlandık, vahlandık, canımız sıkıldı. Tamam elbet hasta olsun istemeyiz de; bu mevzuyu boşuna açmış olmazlar gibi de gelmiyor değil, bakacağız.
Sema cephesinde çok sevdiğimiz hareketlerden bir diğeri de Sefer’i kıskanması. Ekran karşısında ben sevinç naraları atacaktım neredeyse; sen Sefer ol da sevinme buna. Yüzüğü takmamasına bozuldu, Dafne ile görüşmesini kıskandı. Bu hareketlerin devamını biz izleyiciler olarak bekliyoruz efendim. Sefer de bekliyor belli ki “Bunlar aşkın tuzu biberi,” dedi Taşkafa’ya, yüzüğü bilerek çıkarmış, hoşlanmış kıskanılmaktan. Onun öncesinde Taşkafa’ya verdiği aslan & maymun hikayesi de gülümsetti. Akla hemen Bahri Baba’nın da daha önce dizi içinde söylediği “Dünyayı erkekler yönetir, erkekleri kadınlar” sözü geldi. Bu dizinin erkekleri kadınların emrine amade olmaktan çekinmiyorlar. Hafif sert, maço yanları yok değil tabii ; ama biliyorlar da içten içe ‘isterlerse parmaklarında oynatırlar’.
Diğer taraftan Dafne belli ki etkilenecek Sefer’den. Fotoğraflarını çekti, inceledi kendisini. Sefer’in geçmişine de biraz olsun baktık bu bölüm. Yetimhane sahnesi herkesin yüreklerini dağladı. Sefer’in kendi çocukluğunu hatırlaması hepimize dokundu. Yetimhane müdürü olarak Hababam Sınıfı’nın hayta İsmail’i Ahmet Arıman’ı görmek de gülümsetti.
Bir diğer yandan Meltem ve Zülfikar bayağı güzel ikili oldular. İlla aşk demiyorum; ileride o da olacak sanırım. Ama aşk olmasa bile sahneleri çok iyi, kafaları bayağı uyuşmuş durumda. Zülfikar’ın Çiğdem’den vaz geçmediğini, sevgisini her bölüm kısa da olsa vurgulamaya devam ediyor senaristlerimiz. Bu bölüm de hackerımız Meltem’den Çiğdem’in mail adresine girmesini istedi. Ama Meltem’in dediği gibi; onun bir felsefesi var, çöpçatanlık yapmıyor.
Sadrettin ve Songül ikilisi her bölüm beni biraz daha gülümsetiyor. ‘Bunların ikisi de manyak’ dememe neden oluyor. Sado önce Bahri Baba’ya gitti “Boşanmak istiyorum,” dedi. Bahri Baba yazıktır ki Hasan’ı gerçekten torunu sanıyor, koydu postayı Sadrettin’e. Sadrettin de kiralık katil tuttu Songül’ü öldürmek için. Evet bunu gerçekten yaptı. Tabii başarılı olamadı o ayrı. Songül hala salınmaya devam ediyor. Bunu dedim diye Songül ölsün istiyorum gibi algılanmasın kesinlikle. Ama şu dizide yaptıkları yanına hep kâr kalan bir tek Songül var. O da ödeyebilir mi artık yaptıklarının cezasını lütfen? Hayır diğerlerine çok ayıp oluyor çünkü. Bir de işi iyice yüzsüzlüğe vurdu kendisi. Evde çalışanlara yaptığı eziyetler yetmedi, Bahri Baba’ya bile bir cevap vermeler falan. Kadın gittikçe pişkinleşiyor, durduramıyoruz. Son olarak da Songül ve Sadrettin ikilisinin ne kadar psikopat bir çift olduğunu gördük. Sadrettin yastığının altında silahla uyudu; Songül’ün yanında yatakta değil, yer yatağında. Songül’ün de ona karşı yastığının altında bir adet bıçağı vardı tabii. Artık bir gün silah mı patlar yoksa o bıçak mı kullanılır, göreceğiz.
Yeni bir aşka yelken açacak Bahri Baba güzel gidiyor. Etkilendi Despina Hanım’dan bunu biliyorduk. Dafne sayesinde hisse olayını da öğrendiler ve ona da el attılar. Kapısına da dikti kendi adamlarını, Despina Hanım artık güvende. Ki güvende olması Bahri’ye fazlasıyla güvenmesini de sağlamış belli. Banka hisselerini Bahri’ye devretmek istedi, ama Baba tabii ki kabul etmedi. Sema’nın Despina ve Bahri’ye alttan alta bakıp gülümsemesi de gözlerden kaçmadı tabii. Bahri Baba güzel sevecek, altından yine bir Adil&Bahri karşılaşması da çıkmasın da; aşık Baba’yı da göreceğimiz günler yakın.
Bahri Baba ve adamlarıyla Poyraz’ın yine iş birliği yapmalarını görmek çok güzel. Birlikte Ufuk’u az kalsın yakalıyorlardı. Ama tabii ki hepsi oyundu. Ufuk’u yakalamaya çok yaklaşmaları da, oradan buldukları yer planı da. Yeri buldular, babalarına suikast düzenleneceğini düşündüler. Hem Poyraz hem Meltem’de korku vardı. Yıllarca babalarını görmeseler de babaydı sonuçta. Ama her şey dakikalar sonra yine bozuldu. Ufuk’un fotoğrafında konuştuğu kişinin babası olduğunu gören Meltem ilk başta “Acaba Poyraz’a söylemez mi?” diye düşündürdü beni; Zülfikar’ı öyle bir kovuşu vardı ki tamamen korkuyla. Ama o tam tersini söyledi. Suikasti durdurmaya giden Poyraz’ın son anda bütün umutları yine yıkıldı. Babası gerçekten de Adil Topal. Bunu belli etmeyecek Poyraz, yavaş yavaş babasının yanında gibi olacak. Ki Adil de Poyraz’ın ona inandığını düşündü. “Zayıf çocuk; zayıf. O terkedilme meselesi çok bozmuş bunu. Şimdi bir Adil Topal arasın dursun bakalım,” diyen Adil Topal varsın Poyraz’ın kandığını düşünsün. Gün Karayel kardeşlerin günü. Oyun zamanı Poyraz ve Meltem’de. İki kardeş tek başlarına Adil’in bütün oyunlarını çözmeye çalışacak, oyun kuracaklar, iş birliklerini izlemek keyifli olacak. Adil Topal’ın Adil Topal olduğunu Bahri ne zaman öğrenecek bunu da merakla bekliyoruz.
Bölümün sonunda da olanları anlattık, ama bahsetmediğimiz şeyler var tabii ki. Evet doğru bildiniz Ayşegül&Poyraz&Mete&Begüm dörtgeni ve ortada dolanan bir Sinan’ımız da var. Bölümün başlarında Begüm ve Sinan’la yemeğe giden Poyraz ile Mete’yle yemeğe giden Ayşegül’ün karşılaşmaları gülümsetti önce. Kıskançlıklarıyla ekran karşısında bayağı eğlendim. Tabii Poyraz’ın Begüm’ün yüzüne dokunması falan Begüm’ü fazlasıyla ümitlendirecek belli. Onun aksine Mete’nin Ayşegül’ün onun elini tutma nedeninin Poyraz’ı kıskandırmak için olduğunu anlaması güzel bir ayrıntıydı. Tuvalete giden Ayşegül’ün peşinden giden Poyraz ve o ufacık tefecik arada kavgaları ise ‘kıskançlıkları bile güzel’ dedirten cinstendi. Ama sonrasında Ayşegül’ün evinde yaptıkları tartışma yürek dağladı. Onlar ağladı,ekran karşısındakiler ağladı. Poyraz evi dağıttı. Kimilerine göre bu evi dağıtma, şiddete yönelik şeyler aşkın içinde olmamalı. Ama ben o sahnede evi dağıtmak için dağıtan bir Poyraz görmedim. Şöyle ki o ‘evi dağıtma’ Poyraz’ın içini göstermekti bence. Poyraz’ın içi öylesine yangın yeri, öylesine dağınık, öylesine kırık ki.. Ayşegül’ün kalbini kıramaz o, Ayşegül’e bir şey yapamaz. Evi dağıtarak aslında kendi içini gösterdi. “Ne güzel seviyorsun be Poyraz,” dedirtti her cümlesi yine.. ”Tamam beni sevme, ama başkasını da sevme,” diyerek ağlayan Poyraz’ları sevelim, onlara kol kanat gerelim. Ona rağmen ‘git’ diyen Ayşegül’lere de kızamıyoruz. Kızsak da kızamıyoruz aslında. Dünyanın en güzel Ayşegül’ü olmak, dünyanın en güzel seven Poyraz’ı tarafından sevilmek de kolay değil. Dertler, tasalar bitmiyor ki. Küçücük Sinan’ın söylediklerini unutmuyor ki Ayşegül de. İçi kan ağlarken ‘git’ demek kolay mı yoksa?
O ‘git’in üzerine giden Poyraz kendini eczanenin önünde buluyor. Var mı sahiden Ayşegül’süzlüğün ilacı?
“Bir şeyiniz mi var?”
“Ayşegül’üm yok.”
“Sevgiliniz mi?”
“Her şeyim!” diyerek eczasıyla dertleşen bir Poyraz var karşımızda; Ayşegül’ünü “Bir gözleri var;Ece Ayhan. Burnu desen; İlhan Berk. Hele saçları, sana yemin ediyorum; Attila İlhan,” diye tanımlayan bir Poyraz. Bu bölüm de Poyraz’ın her repliğiyle aşka, güzel sevmeye dair bir çok şey öğrendik. O yüzden başta da dediğim gibi “Bizi de Poyraz gibi seven olsa,” dedirtti yine bir çok kişiye.
Sonrasında Sinan sonunda her şeyi babasına anlattı. Poyraz da gitti tabii koşa koşa Ayşegül’ünün yanına. Arabesk’in kralı Poyraz Karayel olarak çıktı karşımıza. Müslüm Gürses’ten Unutamadım’ı söyledi Ayşegül’ün kalbini tekrar fethetmek için. İlker Kaleli’nin sesinden dinlemek çok hoş, dip not olarak “Kesinlikle dinlenmeli, hatta sahne olarak izlenmeli,” diye ekliyorum. Poyraz şarkı söyledi, her şey böylece bitti mi? Tabii ki bitmedi. Sinirle çıkan Ayşegül’ün peşinden koşan Poyraz önce çöp kamyonuyla kızı kaçırdı. Kötü kokular eşliğinde çok güzel bir manzaraya doğru yol aldılar. Sahnede Ayşegül, Poyraz ve çöp kamyonu vardı. Manzara eşsizdi. Ve evet sonunda Ayşegül ve Poyraz barıştı. Mazhar Alanson’un sesinden Ah Bu Ben de fon müziğimiz olarak oldukça güzeldi.
Sabahında Ayşegül’ün kanepesinde uyanan Poyraz yine şair gibi konuşup sadece Ayşegül’ü değil ekran karşısında hepimizi mest etti. “Ya Ayşegül ben seni koklamak istiyorum. Hatta seni koklaya koklaya bitirmek istiyorum,” ve “Ya haksızlık ama bu. İnsan bu kadar güzel kokar mı be? Çiçek olsam utancımdan solarım,” sözleri ve alına koyulan bir buse. Onlar erdi muradına (barıştılar) biz çıkalım kerevetine. Barışmaları bile mutluluk sebebi.
Ama tabii ki üçüncü şahıslar çomak sokmasa olur mu? Olmaz. Mete’nin Ayşegül’e ayarı neydi öyle? “Seninki aşk falan değil Ayşegül, seninki intihar,” diyen Mete’ye daha iyi bir ayar beklerdim senden dünyanın en güzel Ayşegül’ü. Ayrıca sana ne Mete’ciğim. Sana ne acaba? Sana ne onların aşkından?
Son olarak Kanbolat Görkem Arslan’dan Yalan Dünya dinlemek de çok güzeldi. Sefer ve Zülfikar’ın sahnesi ise çok güzel ‘ah’ dedirtti.
Geldik mi bölüm sonuna… Adil Topal kesin olarak biliniyor artık. Poyraz da öğrendi. Poyraz Ayşegül’le de barıştı. Bundan sonraki bölümlerde bizi neler bekliyor dersiniz? Her hafta Çarşamba günü yine ekran karşısına geçerek öğreneceğiz.