Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Dün yediğin hurmalar gelir totonu tırmalar
Sezon: 2 Bölüm: 30

'Dün yediğin hurmalar gelir totonu tırmalar''

Karagül 30 bölümü devirdi, ivmesinden hiçbir şey kaybetmeden hem de. 29. bölümün sonu Kendal'ın elleriyle cayır cayır yakarak yangın yerinde bindallısıyla ve dolu dolu gözleriyle kalan Melek’le bitmişti. Öyle bir bölüm oldu ki üzdü, güldürdü, düşündürdü yani bir dramada olması gereken ne varsa hepsi oldu.

Kendal: Kumpasçı, plancı ağamız artık yavaş yavaş yediği hurmaların kaşıntısı ile alerjik reaksiyon göstermeye başladı. Paçalarının tutuşmasına bölüm başında kendi yaktığı ateş sebep olacaktı az kalsın. Melek’in tüm hayatını hiç etmesinin vebali nasıl çıkacak merakla beklemekteyim. Yalnız Kendal zorda kalınca profesyonelce yalan sıkanların birincisi falan olabilir. ahahahahah Beş sezonluk dizi çıkacak hikaye sıktı Melek’e. Tabii ki namus, şan şeref üstüne kurduğu hikayeyi yutturdu kardeşine. Kendal'a dert mi ayol insan kandırmak? Kadriye’nin telefonunu ''Yine kim gaçtı?'' diye açmasına da, “Kimse kaçmadı,” cevabının Kendal'ı kesmemesine ''Tüm odalara iyi baktın mı ana? Biri kesin gaçmıştır,'' demesine de evcek sesli güldük. Bir de Özlem var Kendal'ın başında ki sanırım Kendal’ın sonu Özlem’in elinden olacak. Önceden korkutabiliyordu da şimdi onu da yapamıyor delirdikçe deliriyor. Kendal'ın halis muhlis kötü adamlığını törpülemeye çalışıyorlar sanki. Önceden her saniye “Allah belanı versin Kendal,” diyerek seyrederdim, şimdi yani yaklaşık yedi-sekiz bölümdür “Kendal da insan evladı ya, o da n’apsın?” falan demeye başladık. He yaptığı bütün pislikleri sıraya koysam saysam yine her birinde ayrı ayrı “Allah belanı versin,” derim tabii ama seyrederken bıyık altı gülerek seyrettiğim anlar da oluyor.
 

"Sevdiğim kızın elini tutamıyorum. Sen bana ne yaptın amca, sen bize ne yaptın?"

Özlem: Bu hafta gemi iyice azıya aldı. Kendal’ı parmağının ucunda döndürüyor döndürmesine lakin işin sonu hayra gitmiyor yani. Kadriye psikolojik yardım alsın diye doktor buluyor randevu alıyor, Özlem parayı çatır çatır yiyor. Yalnız Özlem’in eline para geçince sapıtan kadınlardan olduğunu anlamış olduk bu hafta. Pretty Womanvari elbise deneme sekansları, köpüklü maccihatosunu ağzına burnuna bulaştırmasını ona refakat eden Kasım ile beraber ‘’N’apıyorsun sen yaa?’’ tarzında müstehzi gülümsemelerle izledik. Şu var ki düşük mevzusunu çok çabuk atlattığını evdekilere rol kestiğini düşünmeye başlamışken aslında kazın ayağının öyle olmadığını da gördük aslında. Ne manyaklıklar yaparsa yapsın Özlem’in yarası hala taze. Gülüyorum ediyorum ama çokça da üzülüyorum Özlem’e. Kendal’a ‘’Herkese bağırıp çağırıp üste çıkınca kötülüklerin unutulmuş olmuyor,” demesine, en ince ayarları dilini yumuşatmadan çat diye vermesine de puanım: 10.

Ebru: Sabır taşı dert anası Ebru çıldırmıyorsa bizim osuruktan sebeplerle hayatı kendimize zindan etmemiz çok lüks arkadaşlar. Kadın, çocuklarının masrafları, dertleri, kaprisleri derken bir de Kendal’la uğraşıyor. Ebru bu hafta artık o konağı domine edebilen kadın olmaya iyice başladı. Bunu da zorbalıkla değil herkesin yanında olarak yapıyor, helal valla. Emine zaten kazandığı ilk cepheydi, peşine Kadriye’yi, Özlem’i ve Sibel’i de ekledi. Konaktaki baş düşmanı Kendal’ı da kuyruğundan tutmasının yanısıra Narin’i de eli kolu bağlı saf dışı etmesini bildi. Valla arkadaşlar sabır insanı delirten bir erdem olmasının yanısıra en büyük silah galiba. Kadın fıttırma raddelerine gidip geldi ama artık konakta sözü geçen/dinlenen gelin payesini de sabrederek kaptı. Üstüne bonus olarak Baran’ı da tam destek yanına çekmesini bildi. Baran bundan sonra Narin’in gönlü kırılmasın diye göstermelik terslemeler yapabilir ama içten içten Ebru onun en güvendiği kişi oldu. Ebru ile Baran’ı yakınlaştırmak için konaktan uzak bir mekan seçilmesi ve Ebru’nun iş hayatına bir yerden başlaması gerektiğinin de bu mekanla sağlama alınması güzel hamleler. Nayys.

Narin: Öfkeyle kalkan zararla oturur atasözünün karşılığı BU KADIN olabilir. Hem ultra cahillikle işler yap hem de aklın yolunu kullanan Ebru’yu kıskan, he canım he. Ayşe mıymıntısını sevmem ama daha çocuk yaşındaki kıza çektiği meydan dayağını da oranın adeti töresi diye yumuşatamıyor insan. Tamam sen anandan atandan öyle gördün de a kadın o küçük kızı düşürdüğün durumu nasıl göremezsin? Oğluna sorsana önce “Niye o odadan çıktın?” diye. Yok olur mu, kadın ya o baştan çıkarmıştır kesin. Senaristler kadınların o coğrafyada maruz kaldığı önyargıları biraz sert de olsa böyle çat diye vuruyorlar izleyenin yüzüne. Ki bu bir dizi/film olmasa gerçekte bu durum yaşansa o kızın töre gereği bedenini köpeklere yedirirler bu da bir gerçek. İki küçük çocuk kitap okuyup aynı odada uyuyamazlar maalesef. Gerçeklik daha ağır işte. Oğuz komutancığım da BU KADIN’ı ne zannediyorsa peşinden koşuyor. Yazık komutanıma.


"Ablası yok ya, Baran'ı odasına almış ...Bu ahlaksız akşam seni koynuna aldı değil mi?"

Kadriye: Arkadaşlar Kadriye Ana bu hafta da kanser olmadı. Ve insan gerçekten hayret ediyor bu duruma. Kadının üstüne üstüne her bir çocuğu, torunu, gelini dört nala gelmesine rağmen hala ayakta. Pes ki ne pes! Bu hafta delirip hepsini bir hizaya çekti ama güneş doğunca kimse hatırlamadı bile verdiği muazzam insanlık dersini. “Kavga etseniz de, dalaşsanız da bir aradasınız, karnınız tok sırtınız pek, hastalık, açlık ve soğuk ile uğraşmıyorsunuz neyi paylaşamıyorsunuz?” diyerek bağırdı çağırdı ama sabahına o nutuğu bunlar dinlememiş gibi yine kavgaların içinde buldu kendini. Kadriye’nin daha da delireceği günler yakında diyerek ellerinden öpüyorum.


"Karnınız tok sırtınız pek, hastane köşelerinde bir tek derdi nefes almak olan hastaları görmez misiniz hiç?''

Melek: Konaktaki hayalet. Evet evet Melek’in konumu tam olarak bu. Kendal eve getirdiğinde bitmiş halini bile ilk anası farketmiyor kızın. Farkeden konağın çile bülbülü Emine oluyor. Emine Melek’i, Melek’im diye seviyor. Kızı gerçekten Melek gibi gören de o zaten. Her an dolu dolu taşmaya hazır gözbebeklerini görebilen de o. Özlem sırtındaki yanıkları görüp bir hışımla odadan çıkınca gidip hesap soracak zannettim ama o da Melek’in acısını kendi tarafında kullandı. Melek’in o kocaman güzel gözlerini dolu dolu gördükçe boğazım düğümleniyor hep. Kendal’ın anlattığı masala inanmasını da çok göremedim ki Melek’e. Recep tamam seviyordu ama hırsları içinde Melek’i kullanmadı diyemiyorum. Recep dirilip kendini savunamayacığına göre el mahkum inandı abisinin söylediklerine. Melek.. İsmini bu kadar hakeden bir karakter olamazdı sanırım. Ölsün de kurtulsun diyorum ya hani. Ölmesin dursun, hayalet gibi gezindikçe, yaşarken hiç yüzünden görmezden geldiğimiz Meleklerin aynası olsun seyredenlere. Melek.. Konağın hayaleti.


''Yaktın sen beni abi!! Cayır cayır yaktın!''

Baran: Melek ile beraber boğazım düğümlenerek seyrettiğim ikinci kurban. Baran tam olarak kurban. Konaktaki güç sahibi olan herkesin kurbanı. Kadriye’nin, Kendal’ın, Murat’ın, Narin’in, Fırat’ın kurbanı. Onun hikayesini bilip de saklayan, onun garipliğinden kendine yalancı sevgiler, mutluluklar tesis etmiş herkesin kurbanı. Sibel ile konağın avlusunda konuşamaması, boynunu çevirip eğmesi kurbanlığının tescili adeta. Kardeşlerine bile açık açık sevgi gösteremeyişi de. Ayşe’yi başını eğmeden koruyamayışı da. Bu ana kuzusunun boynunda durmadan bilenen bıçakların da dönüp sahiplerini kesmesini istiyorum artık. He ben isteyince hemen olmaz tabii de. En azından kardeşleriyle kavuşsun. Çok mu ki?

Sibel: Hikayede o kadar çok kadın dramı var ki, Sibel de eklenmiş çok mu? Bir sevda uğruna parçalanan hayatı, kendi evladına onu korumak adına ‘kardeşim’ deyişi, ki Ayşe’nin babası ve Sibel’in belalısı olan Kasım’ı da hala sevdiğini düşünüyorum ben. Nasıl marazi bir hastalıksa bu aşk, hikayedeki bütün kadınların kör noktası adeta. Sibel öğrenilmiş çaresizliğinin ve garibanlığının esaretinin altından artık güçlü çıkmaya başladı. Tırnaklarını geçiriyor artık, dişlerini gösteriyor, ‘eyvallah etmiyorum ulan’ diyen bakışlarını sabitliyor hor görenin yüzüne. Ve ben bu yeni Sibel’i seyretmeye bayılıyorum. Narin hadsizine tam olması gerektiği gibi davrandı, lakin öfkesinin acısını evladından çıkarmasına da üzüldüm yalan yok. Sibel, Ebru gibi konağın güç dengesi olacak gibi. Canlandıran oyuncu Ebru Ojen Şahin’e de kucak dolusu sevgilerimi ve alkışlarımı gönderiyorum.

Ada: Bu kızımız asi olsun, atarlı olsun, ergen olsun ama lütfen gerizekalı yapmayın kızımızı. Bu hafta resmen ‘’ööeeehh Ada bokunu çıkartma,’’ dedik hepimiz. Baran’ın her attığı adıma saçma salak kulplar bulmasına içimiz şişmeye başladı. Sempatiklikten iticiliğe hızla yol alıyor haberiniz olsun.

Kasım: Canlandıran oyuncu o kadar başarılı ki Kasım sinirlenip gözlerini belerttiğinde oturduğum koltukta bacaklarımı kendime çekip iki büklüm olup korkarak izliyorum. Kasım’dan korkuyorum ama ona da bir şans verilmesini istiyorum ben ya. Adam olsun, Sibel’i de Ayşe’yi de bağrına bassın falan istiyorum. Sahiplensin demiyorum asla. Sibel Ebru’nun yardımıyla kendi ayakları üstünde dursun istiyorum çünkü. Gerçi Recep’i öldürdüğü için hapse de gitmeli. Ayhh bilemedim valla. Kasım’ı canlandıran Eser Karabil’e de alkışlarımı ve hürmetlerimi yolluyorum burdan.

Karakterleri atomlarına ayırmam bitti ama genel olarak bölüm için iki üç kelime de etmeden geçmek istemiyorum. Her zamanki gibi heyecanlı bir bölümdü hakkını verelim. 26. bölümden beri süren geçiş bölümü havası yoktu. Senaristler bütün karakterleri tek tek silkeledi, bir kendine getirdi. Karagül'ün senaristleri 30 bölüm boyunca yöre kadınlarının kabullenici, kaderci hallerini yavaş yavaş bitirmeye başlıyorlar. Hepsini hassas karınlarına dokunarak ''Yeter artık!'' deme evresine getirmeleri 30 bölümlerini aldı. Lakin sabırla, absürtleşmeden, çoğu dizide görmekten ikrah getirdiğimiz güzel, başarılı, ultra gururlu, süper yetenekli, üstün insan kıvamındaki ütopik hatta ucubik kadınlardan yapmadılar hiçbirini. Bir de Karagül’de karakterlerin önem sırasını bölüm içinde öyle ince ayarlıyorlar ki tebrik etmemek mümkün değil. Her hafta bölümün başında öne bir karakter çıkıyor, onun hikayesi anlatılıyor, sonra bir diğerinin, o da budaklanmadan anlatılıyor, hoop diğerine. Böylece ekran karşısındaki izleyici saniye başından kalkmadan izlemeye devam ediyor bölümü. “Üfff şunun sahnesi bitsin de sonra geri açarım,” diyemiyor izleyici. O karaktere gıcıksa da seyrediyor, içini bayıltsa da seyrediyor. Bir de repliklerde, diyaloglarda ''Ooo amma edebiyat parçalattınız yahu,'' dedirtmekten özellikle imtina ediyorlar, bu belli. Aldığı izlenme oranları da, doğru işin seyirciden hakkını aldığının göstergesi zaten. Total izleyiciyisi avucundayken Murat'ın da hikayeye dönüşüyle AB'yi de bundan sonra kimseye kaptırmaz gibi geliyor bana.

Okuyan herkesin gözlerine sağlık...
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR