Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Kundaktan kefene
Sezon: 2 Bölüm: 49

''Evladım evladımı öldürmüş...!!”

Merhabalar.

Normalde 50. bölümde sezon finali olacakken dünya kupası organizasyonu yüzünden yayıncı kanal Fox Türkiye'nin kararıyla dizimiz arayı bu bölümle verdi. Kimilerine göre yavan bir finaldi kimilerine göre de duygusal tahribatı yüksek bir finaldi. Ben ikinci kategoridenim. Sorulara cevap verecekler mi? sorusundan çok ne seyredeceğim, nasıl oynayacaklar, neler duyacağım tarafı ile ilgiliyim çünkü. Onun için kalender bir televizyon çocuğu olarak bir sürü saçma salak sezon finali görmüş olmanın verdiği deneyimle diyorum ki; özde olmasa da bu sözde sezon finalini ben sevdim arkadaşlar. Karagül'ün neredeyse her bölümü tempolu ve akıcı olduğu için, karakterlerin öğrendikleri gerçekler ile kırılmalar yaşadığı bu bölüm zaten duygu odaklı olmak zorundaydı. Bu duygu odaklı bölüm enfes yazılmış, enfes çekilmiş, enfes oynanmış.. . Atomlamaya başlamadan önce söylemeliyim ki sadece üç ana başlık ve üç çift üstünden yazacağım; bunlar haricinde diğer karakterlere değinmeyeceğim yani... Hadi bismillah..


"Sök o taşı Kendal... Senin burada yatmaya hakkın yok. Sana başka bir yeri uygun gördüm... Sök taşını Kendal..."

Kendal - Kadriye: İkisini ayrı ayrı atomlamaya gönlüm elvermedi bu hafta. Çünkü neredeyse bölümün tamamında aynı kadrajdaydılar. Kadriyenin cd’deki görüntüleri seyrettikten sonra, her bakışı her hareketi ciğer yangınıydı resmen. Asım ona ''Günah, günah,'' dedikçe ufaldı küçücük kaldı. Bir evladının diğer evladı tarafından öldürülüşünü seyretti kadın, kolay mı? Torununun yüzüne bile bakamadan kaçtı oradan. Sonrasında yaptığı her şeyi merakla izledim. ''O çantaya ne koydu ki? O makarayı niye aldı? Mutfağa niye girdi?'' diye diye, her hareketine dikkat kesti beni. Naçizane tespitim şudur ki; Murat Mehdi'nin gözbebeğiyken, Kendal Kadriye'nin gözbebeğiymiş meğerse. En başından beri hep Kendal'ın yanında.. Tasvip etmediği, kızdığı bir dolu eylemine karşı yine de oğlundan ümitvar bir kadın Kadriye. Geçen bölüm Emine’yi hırpaladığında çok kızıyor ama yine de oğluna sırt dönmüyor mesela. Hemen hemen hiçbir şekilde tam kestirip atmadı oğlunu. Kapı dışarı da ettiği oldu ama yine de kolladı. Analık laneti bu olsa gerek. Ve Kendal da Allah için annesine saygısını zerre kaybetmeyen bir adam. Zaman zaman sözünü dinlemiyor olabilir, utandırıyor da olabilir ama kat'a saygısız değil. He ''Bunlar da mı saygısızlık değil?'' derseniz ben de derim ki: ''Anne evlat çelişkisi hiç bitmez zaten, normalde de çatışmaz mıyız annemizle?'' Kendal Kadriye ilişkisinde senaristler toplum reflekslerine çok dikkat ediyor. Bu yüzden, Kadriye çifteliyi alnının çatısına dayadığında Kendal gibi bir adamın karşılık vermeden kuzu kuzu anasının önüne düşeceğini gösteriyorlar. Suçluluk psikolojisinden ses çıkarmadı diye de düşünebiliriz. Lakin o vakit de, mezarlığa gidene kadar ne için gittiğini anlayamamasını da hatırlamamız lazım gelir. Tam olarak Kendal gibi adamlar anaları ''Kalk yürü, gidiyoruz,'' dediğinde ''Neden?'' demeden yürürler. O konakta analarını tek başına bırakıp gurbet elinde yeni hayat kuracağım diyerek bırakıp gitmezler. Bu tip adamların gözündeki en yüksek merci anneleridir. Haşa huzurdan, asilik etseler de annelerinin lafı Allah kelamı katındadır.


"Ben seni sırtından vuramam. Sen bizi sırtımızdan hatta yüreğimizden vurdun. Ama ben yapamam. Sen değil oğlum, ben yaşamayı hak etmiyorum. Sen yaşa, ben ölürüm. Sırtında onca günahla nasıl yaşayacaksın bilmiyorum, ama siz yaşayın... Ben hepinizin yerine ölürüm... Evladım evladımı öldürmüş, ben kendime ana diyebilir miyim? Seni ben büyüttüm. Cana kast etmenin, üstelik kardeşinin canına kast etmenin, ben sana ne demek olduğunu anlatamadıysam, Murat'ımı sen değil, ben öldürdüm."

Kadriye her zaman ailesinin itibarını ve adını ön tutan bir kadınken onun kırılması oğlunun katil olduğunu öğrenmesi ile oldu. Murat'ın ölmesinden çok Kendal'a yeteri kadar nüfuz edememesine kahroldu. ''Evladım evladımı öldürmüş ben kendime nasıl ana derim?'' demesi bundan. Dikkat ettiyseniz ''Sen nasıl bir insansın Kendal? Kardeşini nasıl öldürdün?'' demedi hiç. ''Ben nasıl bir anayım ki seni kardeşinin katili olabilecek kadar ihmal ettim,'' dedi. ''Benim oğlumu nasıl öldürürsün?'' demedi mesela. ''Oğluuumm, oğlumu nasıl öldürdün?'' dedi. Kendal babasının dayağından kardeşinin kurtarmasını hiç sevmediğini anlattıktan sonra, ''Sen hep fesattın zaten,'' diyecek kadar kendinden çıkanı inkar etmeyen bir anlayışta. “İki mezar kazacaksın yanyana yatacağız,” diyerek elleriyle mezar kazdırırken yorulduğunu görünce ''Acıktın mı oğlum?'' diyecek merhamette. Toprak kazmaktan elleri kan revan içinde kalınca ''Ellerin acıdı mı oğlum?'' diyecek naiflikte. Senaristler Kadriye ve Kendal'ı konuşturmaktan ziyade semboller aracılığıyla konuştular izleyicilerle. Sanırım mezarını kazdırdığı oğluna hayatlarını bir şekilde kararttığı aile fertlerinin kundaklarından kefen dikmek ve başında kandil tutturmak yapılmış en felsefi, en muazzam iç soğutma sekansı olabilir. Alt metni üzerine destanlar yazılacak bir olaydı.


"Bu Murat'ımı sardığım kundak... Bu seninki... Bu Melek'in... Bu Asım'ın... Bu da Baran'ın... Şimdi bunlardan sana kefen dikeceğim. Feneri tut, gözüm görmüyor."

Kadriye ve Kendal hesaplaşmasında aslına bakarsanız çok da dile dökülen diyalog yoktu. İşte tam burada sinema dilini kullanmış yönetmen. Kendal önde, Kadriye çiftesiyle arkada fabrikadan çıktıktan sonra seyrettiğim her kare o duygusal durumlarının bire bir yansımasıydı adeta. Kadriye’nin böğrüne oturan o öküz var ya, attığı her adımla benim de böğrüme oturdu. Kendal sırtında taşıdığı mezar taşıyla o sarı tozlu yollarda yürüdükçe, rüzgar yüzüne vurdukça yansıyan iç sıkıntısını bire bir yaşadım. Diyaloğa, repliğe ne gerek var? Göstererek, hissettirerek de anlatılabilir pekala. “Televizyon izleyicisi sevmez böyle şeyler,” demeden namusluca, olması gerektiği gibi, Kadriye ve Kendal gibi ruhumuz mengenelerde burulsun diye ağır ağır, adım adım çekmiş Murat Saraçoğlu. Zevkten on dört köşe olarak, ağlayarak, onlarla beraber kanayarak o tozlu yollarda ben de yürüdüm. Normalde klasik yerli dizi matematiğinde böyle büyük bir kırılma anında karakterler avazı çıktığı kadar bağırır, birisi öbürüne tokat atar vs. vs. vs. şeklinde gitmesi lazımdı sahnelerin. Ama bambaşka olmuş, bambaşka. Enfes olmuş, enfes!!! Ben o ana-oğul'u o uçurumun kenarında üç aylığına bıraktım. Eylül'de kaldığım yerden, o yürek yangının tam ortasında onlara sarılarak kavuşacağımı bilmek muazzam. Tabii bu paragrafı bitirmeden Şerif Sezer ve Mesut Akusta'nın muhteşem oyunculukları için de teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Hele Şerif hanım döktürmüş, döktürmüş. Şimdi nasıl bakacak, şimdi ne söyleyecek, nasıl söyleyecek, diye diye seyrettim her anını. Rabbim ömrünüze ömür versin, varolun..


"Ne oldu oğlum ellerin mi parçalandı? Benim yüreğim gibi paramparça mı oldu? Kaz Kendal, bir tane de benim için kazacaksın... Birlikte yatacağız burada. Kıyamette hesap gününde dirilene kadar Fırat’ın şırıltısını dinleyeceğiz seninle... Kardeşini gömdüğün Fırat soracak sana, neden yaptın diye... Kardeşini boğduğun Fırat’ın sesini duyacağız beraber... Sen kardeş, ben evlat katili olarak yan yana yatmamız makbuldür. Ruz-i mahşer de günahlarımız için hesaba çekileceğimiz an gelene kadar.... Ellerinle kaz şimdi Kendal... Evladımı, evladım öldürmüş, cehennem ateşini içime saldın Kendal! Madem ki yaktın beraber yanalım Kendal... Kaz Kendal, hem kendine, hem bana... "


''O benim de babam, benim de...''

Ebru - Baran: Birbirinden ayırmaya gönlümün elvermediği diğer ana-oğul da bunlar. Murat'ın intihar etmeyip Kendal tarafından öldürüldüğünü öğrendikleri ilk andan bölüm bitene kadar ikisi bambaşkaydı gözümde. Çünkü bu hikayenin iki masumu onlar. Birisi kocası tarafından kandırılmış, diğeri ''Seni ben büyüttüm,'' diyen herkes tarafından. Ebru kocasının yalanlarının bir kısmına vakıf oldu lakin Baran hala kocaman bir yalanın içinde döke saça yaşamaya çalışıyor. Murat'ın daha gelmeden estirdiği fırtına bir yana, gittikten sonra içinde kalacakları kaosu seyretmek için şimdiden heyecanlıyım. Baran, Ebru için sadece sevmeye karşı koyamadığı bir his iken, kanlı canlı bir gerçek olduğunda olacakları seyretmek için heyecanlıyım.

Ha keza, Baran'ı da öyle. O kocaman yalan perdesi aralandığında neler yapacağını düşünmek bile heyecan verici. Şerif Sezer ve Mesut Akusta'nın ardından performanslarını en beğendiğim ikili de Ece Uslu ve Mert Yazıcıoğlu oldu. Ece Uslu'nun konaktaki hengamede “Yeteeeerr!” diye bağırdığı sahnede ve Baran'ı sakinleştirmek için sımsıkı sarılıp saçlarını öpüp kokladığı sahnede yüreğim indi kalktı resmen. Oğuz Komutan'ın gerçekleri haber verdiği sahnede ise Mert, Baran oldu adeta; yüzündeki o acı, o inanamamazlık enfesti enfess!! Ece Uslu ve Mert Yazıcıoğlu'nun karşılıklı sahnelerini nedense hep çok seviyorum. Çok güzel paslaşıp, devleşiyorlar. Bir de söylemeden geçmiyim. Baran ve Ayşe'nin artık ergen sevgili modunda takılmaları da bir harika oldu. Neydi o önceden alnımın yazısılar gönlümün karasılar. Bak böyle tam yaşlarının gençleri oldular. He bir de Mert ve Sevda fotoğraf olarak çok güzel bir ikililer. Sanırım dizi bittiğinde hatırlanan çiftler listeleri arasında yer alacaklar. Yolları açık olsun.


''Benim sırrımı herkes öğrendi..''

Asım - Emine: Bu bölüm tam anlamıyla analar ve oğulları üstüneydi. Asım'ın babasından yıllar yılı sabırla beklediği ''oğlum'' lafına artık kanmaması üzerine kopan bir fırtınayı seyrettik aslında. Asım bu dizinin bütün kilitlerini açan anahtarı. (Can'cığım senin tespitinin üstüne yatmış gibi oldum ama artık kusura bakma ^__^) Şöyle bir düşününce o doğduktan sonra başlamış her şey. Pandora'nın kutusu Baran ise o kutunun anahtarı kesinlikle Asım. İçinde tuttuğu, yuttuğu ne varsa dile dökmese de tek bir adımla eyleme döktü. Senelerce “oğlum” demesini beklediği babasını ihbar etmek kolay mıydı sanki ona? Bence değildi. Ama Asım, babasından yakınlık görmek uğruna, adeta taptığı annesini ezdirmedi. Eksikliğinin ve yapabileceklerinin sınırının farkında olan bir çocuk Asım. Babaannesine seyrettirirken de, Oğuz'a seyrettirirken de zerre geri adım atmadı. ''Bitti,'' dedi ve ateşledi fitili. Kimsenin duygusal önceliklerini önemsemedi ve annesini korudu. Babasını da ''bitti artık'' diyerek kendi iç dünyasından tamamen çıkardı. Bundan sonra Asım'ın hayatı nasıl şekillenir, az çok kestiriyor olsam da süprizlere açık bir karakter olması onu heyecanla beklememe neden oluyor. Karagül tarihinde şu ana kadar atılmış en büyük tokadı Asım attı ve bu ona çok yakıştı. Asım bir mazlum ve ettiği ahların aheste aheste çıkmasını beklemeden kendi göbeğini kendi kesti. Emine sabır tesbihi olmaktan vazgeçip hayatının iplerini eline alır mı bilmem, ama bundan sonra Kendal'a karşı aynı Emine olmayacağını düşünüyorum ben. Ebru'nun yüreklendirmelerine çıkışan Narin'i de kendi tarzı ve edebiyle ''Neyin ne olduğunu sen de iyi biliyorsun',' diyerek püskürtmesini bildi. Emine Kendal'ın gölgesi altında korunmaya muhtaç olmadığını oğlunun bu adımıyla farketmiştir inşallah.

Bu harika bölümde emeği geçen herkesin emeğine, yüreğine sağlık.

Her hafta sabırla beni okuma nezaketi gösteren sizlerin de gözlerinize sağlık. Üç ay sonra görüşmek üzere, Sevgiler...
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR