Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Öyle uzun uzun bakma, içim geçiyor
Sezon: 3 Bölüm: 63

Sağlam bir bölüm izledik. Hikaye kurgusu da, yönetimi de oyunculuklar da çok iyiydi. Bu bölümün öne çıkanı kesinlikle Bülent Polat’tı. O deli deli, titreyerek, ağzından köpükler saçarak Kendal’ı şişlediği psikopat hallerini izlemek çok keyifliydi. Bir kaç haftadır dikkatimi çeken bir şey var. Bu uzuuun uzuuun bakışma mevzusunun sanırım dozu kaçmaya başladı. Tamam heyecanlı bir anda herkesin yüzünü görelim de her birinin yüzünü ve tepkisini birer dakika görmemize gerek yok. Özellikle final mix’lerde çok abartılmaya başlandı bu. Örnek: Kendal’ın doğumhaneden çıkan doktordan cevap bekleme anı, Sibel’in Ayşe’ye gerçeği söyleme anı, Oğuz’un suçluyu bulduk deme anı, bu bölümde de Fırat’ın artık konuşacağım deme anı. Allahım o kadar gereksiz uzatılmış ki ”Ya siz bari yapmayın, ne oluyor, nazara mı geliyorsunuz?” dedirttiniz bana. Bu birbirine bakma mevzusunu mümkünse bir bırakın artık yahu. Senelerdir bütün seyircilerin en tiksindiği olay budur, bilmiyor olamazsınız. Hayır bir de, hikaye iki karakter üstüne dönse anlarım. Neredeyse yirmi karakter var, uzun uzun saçma saçma bakışarak vakit doldurulacak heyecansızlıkta mı ayol bu dizi?

Kendal: Adeta Polat Alemdar haline geldi ağamız. Kimse kendisini yıkamıyor maşallah!! Biri bir şey öğreniyor heh tamam şimdi kuyruğunu sıkıştıracak diye seviniyoruz, hoop hemen her şey Kendal lehine dönmeye başlıyor. Tamam ufacık bir bebe doğduktan sonra ölmesin de Asım koştura koştura kan vermeye giderken ”Yine mi Kendal’ın istediği oluyor ulan!” diye içten içe fesatlanıyorum valla. Sabri namus namus diyerek kofraları yakmış bir manyak olabilir tamam da Kendal’a yönelttiği suçlamaların hangisinde haksızdı? Bacağına takılan bıçağı aslında tam kalbinin üstünde döndürmeyi hakediyor valla. Kendi kardeşini almak için Özlem öldürebilir Kendal’ın gözünde. Gerçi kardeşinin de çok umrunda olduğunu sanmıyorum açıkçası. Anasına aşık despot adamlar tipolojisinde olan Kendal, annesi üzülmesin diye kardeşini kurtarma derdinde. He bir de elalem ne der motivasyonu var. Murat’ın kafasına kürekle vurması niye bu kadar saklanmaya çalışılıyor ki? (Konaktakilerin çoğu tamam biraz “aykü” düşüklüğüne sahip olabilirler tabii ama) İnsanın aklına, kürekle vurulunca bıngıldağı oynamış olabilir ihtimalinin gelmesi için deha olmasına gerek yok. Zaten normal bir aykü’ye sahip olan Ada kızımız bu tahmini yapmıştı. Ama ne! Anam öğrenmesin de öğrenmesin. Kadriye’ye bişi olmaz yeaa hepimizi gömer evvelallah. Velhasıl kelam ağalar, ben hep Kendal’ın kazandığı entrikalar ve dramlar silsilesinden hakikaten çok şiştim. Kendal’a olan sempatim tamamen sıfırlandı da tahammül eşiğim, Polat Alemdar’ın bir türlü ölmemesini görünce yaşadığım ”Öeehhh” kıvamına gelmeye başladı. Rutinimiz şu şekle geldi; Kendal’a ayar verilir, bütün konak cık cık yapar ortada bırakır, Kendal “Ben de mutlu olamaz mıyım?” diye duygu sömürür, İstiklal Marşı, kapanış… Öbürleri ne kazandı peki? İyilik kazandı, insanlık kazandı. Ahahahhahahhahha! E, acının en Adanalısını yaşadıktan sonra iyilik karınlarını doyuracak mı peki? Kendal’ın oğlu olur, eğlence düzer, millete para saçar, çocukların dershane parasını Kadriye kasa patlatarak zorla alır. Bu mu yani iyilik güzellik? Valla yine Kendal’ın kazandığı ayar vermeli, aşağılamalı sahneler beni artık bayar. Kendal’ın kıçında ayı bağırtacak derecede kıvranması lazım tatmin olmamız için. Al bu bölümde aynı şey oldu. Sabri söyledikleriyle hayat dersi verdi de ne oldu? Mortu çekip gidecek. Kendal yine kardeşimi bulup getirdim diye hava atacak. öeehh…

Kadriye: Melek’i daha mı çok seviyormuş yani? O___O Murat öldü, hortladı geldi, Kendal hapislere düştü vb. bir sürü tatava oldu en fazla tansiyonu oynamıştı. Melek öldü deyince kalbi sekteledi piremsesin. Halbuse doğru dürüst kızla ilgilendiğini de görmüyoruz yani. Kardeşi gelince çok duygulandı ya ondan böyle şaaptı heralde. Fikriye’yle dertleşmelerini, hasret gidermelerini çok görmüyorum. Fikriye’nin geliş sebebinin ve aralarındaki bağın hissettirilmesi için gerekli sahneler hepsi. Fikriye’nin keltoş kafasının plastik makyajı çok başarılı bu arada tebriklerimi sunmadan geçmeyeyim. Ekrana yaklaşıp ”Hakikaten kazıtmışlar mı ya?” diye inceledim her seferinde. (Ahahahaha deli olduğumu biliyorsunuz zaten.) Piremsesim sen olmadan olmaz şekerim arada sana sövüyorum falan ama direksiz konak mı olurmuş ayol? Hemen toparlanıp sıhhatlen şekerim.

Ebru: Onun bunun dertleri yüzünden kendi çocuklarıyla ilgilenemeyen Ebru izleyeceğime çocukları ile hemhal olan Ebru seyretmek daha keyifli benim için. Ada ile Baran ve dahi Rüzgar ile Baran arasında köprü olan bu halleri çok çok güzel. Yine herkesin derdine koşsun kesinlikle lafım yok ama kendi ailesinin sorunlarına da yetişebilsin. O sacayağının bacakları topallamasın yeter ki. Fırat ile kızını kavuştururken kendi çocuklarını da birbirine yakınlaştırması aynı paralelde gidince nasıl güzel oldu. Belli ki; Sibel ve Ayşe arasında arabuculuk yaparken Baran’ı da bu konuda yönlendirmesi kaçınılmaz. Daha aktif bir Ebru izlemek istiyordum, iki bölümdür istediğime kavuştum gibi. Aynen devam valla. Dediğim gibi hikayenin odak noktası olan bir karakterin pasif olması insanı izlediğinden koparabiliyor. Şimdi Fırat’ın gider ayak saklanan sırrı ortaya dökme girişimi karakteri daha da aktif hale getirir. Fikriye’nin gelirken getirdiği Kenan’ın işlevi nasıl olur tam olarak kestiremesem de Ebru ve çocuklarının oradaki mevcudiyetlerine etki etmesi güzel olur bence. Madem Murat’ın kardeşi gibiymiş, bizimkilere bir hayrı dokunsun bari. Ebru ve Narin arasında kopacak olası kıyameti dört değil on dört gözle beklediğimizi tekrar söylememize sanırım gerek yok. Şu büyük sır, hikayenin ortasına yerleşsin artık. Vakti geldi de geçmek üzere. 

Narin: Ah be adı güzel senin bu korkaklığın ve temkinli hallerin ne olacak? Oğuz’dan kaç, büyük sırdan kaç, yüzleşmekten kaç, kaç oğlu kaç, nereye kadar? Senin de artık vaktin geldi. Yandı pişti hatta kömür oldu ama hala bir emekleme hali var karakterde. Ebru ve Baran yakınlaşmasına uzaktan bakacağına o da olayların içinde olamaz mı mesela? Ebru ve Baran’ın beraber iyi anlaşmaları tabii ki çok çok güzel ama mesela dedektifçilik oynarken Narin’in uzakta kalmasına çok da gerek var mı? Narin isminin aksine kabukları sert ve yakınlaşması zor bir karakter ama kaybetme korkusu gereğinden fazla hırçınlaştıracağına makul hale de getiremez mi yani? Tamam eşyanın fıtratına ters bu isteğim ama olmayacak bir şey de değil sanki. Fırat’ın kızına ulaşma çabalarında bence Narin gayet de o denklemin içinde olabilirdi. Narin’i çok da harcamayın ya, kıyamıyorum ben ona. Ebru ve Baran’a cephe alan Narin yerine bunu ona yaşatan Kendal’a ve Kadriye’ye cephe alan Narin izlemek isterdim şahsen. Gelenekçi bir kadın evet ama kaybetmemek için sert taraflarını törpüleyip dönüşüme girmesini de izlemek oldukça keyifli olurdu. Oğuz konusunda da kocakafalılık yapmayı bir bıraksın Allah aşkına. Kadın bir yerden gülsün bari. Şimdi Fırat’ın atağı ile zaten etekleri tutuşacak bari tek başına kalmasın o yangınların içinde.

Sabri ve Fatih için çok tatava yaptım ama  bu bölüm misyonlarını çok güzel bir yere koydular. Silahlı külahlı sahneler hiç olmasın tabii ki ama bu karakterlerin gözü dönmüşlüklerinin fiziksel malzemesi (maalesef) silah olacaktı tabii. Bu iki karakter o coğrafyanın elle tutulacak kadar gerçeği. Birisi namus için senelerce hapis yatarken diğeri üç kuruş için kız kardeşini satabiliyor. ”Yok artık bizim ülkemizde böyle şeyler olmaz, tamam mıı…” diye saçmalamayacağımız için gerçekleri seyretmek doğal olarak daha çok geriyor bizi. Sabriler Fatihler ve onların kurbanı olan Özlemlerden çok olduğu için gerçeğin kurgusuna bakmak daha zor oluyor. Sabri’nin Kendal’a söylediği her cümle buz gibi gerçekti. Kendi kanından olanı korumak için gözü dönmüş abisinin önüne atılan Özlem’in günahsızlığı da aynı gerçeğin ürünü. Kasım’ın Sabri’yi vurup tutuklanması Özlem’in kurtuluşu mu sanki? Bir yanda ölümden dönmesi diğer yandan canına kast eden canı kanı abisinin ölüme yürümesini seyredip sahipsiz bir kuş gibi çaresizce orada kalakalmasının tamiri mümkün mü? O çaresiz hali hala gözlerimin önünde. Kadın dramı seyretmek çok acı. Kurgu gibi değil de bu kadar gerçekle paralel olunca daha da fena… :((

"Ben sadece senin karşında ağlıyorum. Sözlerim ulaşmıyor, belki gözyaşlarım ulaşır sana.”

Sibel ve Ayşe de kadın dramının diğer acı yüzleri. Elalemin yüzüne nasıl bakarız korkusuyla kardeş gibi büyütülen bir evlat ve onun için ahlaksızlıkla yaftalanan bir anne. Gerçekleri söylemek yükü hafifletir de sonrasındaki tufan için en geçerli merhem, sanırım zaman. Sibel ve Ayşe merhamet çizgisinin iki günahsızı. Onların aralarındaki küskünlüğü aşacaklarına inancım tam. Sibel’in konağa yerleşmesi tamam da Kendal ile niye aynı yatağa girdi? Mehdi bebek aşklarının meyvesi mi ki karı koca gibi aynı yatakta yatıyorlar? Ve Kadriye buna niye müsaade ediyor? Kendal öyle istedi oldu mu yani? Olmamış ama…

 ”Bazı gerçeklerle yüzleşmek kolay değildir.”

Ada, Maya, Serdar üçgeninin tamamen bir netliğe kavuşmasının vakti bence geldi. Ortada top çevrilebilir tamam da oldukça hassas olan bu konunun Karagül izleyicisinin sinir uçlarını fazla titretmeden kesin bir çözüm bulması lazım. Ada Serdar’ı Maya’ya bırakmak düşüncesiyle başkasına aşık oldum falan dedi ama yani şimdi o yöredeki erkek popülasyonunun potansiyelinde Serdar’dan daha yakışıklı olup hem de ilk görüşte aşık edecek kalibre de adam bulmak biraz zor yani.  Serdar’dan bahsediyoruz burda ayol, kuşlar böcekler bile güler bu bahaneye. Maya’nın inanmaması da çok doğal yani.

Sonuna kadar sabırla okuyan gözlerinize sağlık.

 

 

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR