İkinci bölümün yazısında yazmıştım sanırım.
Poyraz’ı rüşvet rezaletine, iftirasına tepetaklak düşüren Mümtaz demiştim. Hatta yetinmemiş, üstüne bir de bu işin içinde Ünsal Özbakan var demiştim. Sinan’ın velayeti bir gazeteciyi, ünlü bir gazeteciyi komiser dostlarından birini kullanmaya itmiş olabilir demiştim. Ya da buna benzer bir fikri farklı çeviriden aktarmıştım. Halen öyle düşünüyor, hatta görüyor ve arttırıyorum.
Mümtaz’ın bir şeyler karıştırdığını, eve giriş çıkışı nasıl yaptığını biliyoruz. Artık rüşvet olayıyla ilintili olduğu konusunda da kesin yargılarımız var. Telefonda konuştuğu kişinin Ünsal Özbakan olduğunu da biliyoruz artık. Başka bilmediğimiz gerçek kaldı mı?
Konuyla ilgili son cümlem: Mümtaz und Ünsal’ın tuvalette buluşmaları filan bir yana, iş onların da elinden çıktı ve çığ gibi önüne geçilemez biçimde büyüyor. Büyüyor. Yakında o kartopunun altında birilerinin kalacağı şüphe götürmez.
Ayşegül und Poyraz ilişkisine gelecek olursak. Şunu bir kenara yazalım bence: Birçok hikâyede çiftler birleşir, kavga edip ayrılır ve sonunda her şeyi unutup yeniden barışır. Bu açıdan “Aman ayrıldılar!” deyip kendimizi yerden yere vurmamıza, ağlamamıza, sabahlara kadar uyuyamamamıza filan hiç gerek yok. Tartışmalarının sevimliliğine bakmak, karşısına geçip o çiftin tartışırken dahi nasıl da uyumlu olduğunu fark etmek, pozitif düşünmek gerek. Sevdiğimiz bir çiftin ilişkisi hakkında neden negatif düşünelim ki hem? Ne olursa olsun? Kaldı ki bu kez de barıştılar ama anlaşalım şimdiden, bir daha ayrılıyormuş gibi yaptıklarında negatif düşünmeyeceğiz. Bu ilişkinin bittiğini düşünerek dövünmek yerine Sadreddin’in her şeyi daha ne kadar karıştırıp berbat edebileceğini hayal etmek daha keyifli olmaz mı?
Sadreddin iyice gözünü kararttı. Babasının öğrenmeyeceğini düşünerek kirli işlere bulaşması dahi son derece az düşündüğünün bir göstergesi, bir pusulası değil midir? Hatta Zafer’in planlarının gerçekleşmesi rotasında Kulaksız ve bir adamının öldürülmesi ve suçun Poyraz’a atılması da en büyük bir suç değil midir? Bunun yanında, tabii Bahri Umman’ın evinde de onun değil, oğlu Sadreddin adına çalışan adamların olabileceğini Poyraz’ın silahı çalınırken gördük.
Poyraz’ın bu bölüm neler yaptığını ise pek anlamadım açıkçası. Tamam, kasada elde etmeyi istediği bir belge var. Fakat Mümtaz üzerine kurduğu oyun ne, şu an için tahmin edemiyorum. O elde edeceği bilgiyle ne yapacak, bilgi ne, söylendi ise dahi hatırlamıyorum. Orası da kocaman bir muallak. Geniş bir dere yatağı. Buradan sadece şunu söyleyebilirim: Girdiği riske değse iyi olur yoksa gerilimler boşuna yaşanmış olur, kaldı ki kasanın şifre giriş panelini “dondurmada” kullandığı şırınganın kapağını oraya düşürüverdi. O bulunacak mı, bulunsa dahi suçlu Poyraz belirlenecek mi bilemiyorum şu an. Ama Sadreddin’den dahi şüphelenebilirler. Zaten Sadreddin de karısının verdiği akılla, sokma akıl yedi adım gider misali, ne kadar gidebilecek bilemiyorum. Fakat bir yerde tökezleyip yerle bir olmaktan kendini alamayacağı garanti, yüzde bir milyon dokuz yüz olasılıkla hem de.
Çünkü cinayet saatinde Poyraz orada değildi. Telefon sinyalleri kullanılabilir bunun için. En olmadı Sema ve Ayşegül şahitlik edebilir. Çünkü Poyraz, o gece orada olmadığını ancak bu şahitlerle kanıtlayabilir. Sadece kendisinin sözünün hükmü sıfır mahkemede. Yalan testi yapmıyorlar sonuçta.
Tek sıkıntı: Velayet davasından bir adım kazanmış olarak çıkar çıkmaz başına böyle bir işin gelmesi ve gözaltına alınması, bunu Sinan dahil oradaki herkesin görmesi. Peki, Ünsal Özbakan’ın içinin yağları erimemiş midir?
Erimiştir.
Erisin bakalım, şimdilik.
En sevdiğim çift Sema und Sefer bu kez beni fena üzdü.
Sema’nın evine kadar giden Sefer, orada derin bir yara aldı kalbinden. Sema farkında ya da değil, paramparça etti onu seven kalbi. Sefer unutmayı mı seçecek yoksa usul usul sevmeye devam edip aşkını kalbine mi gömecek göreceğiz ama Sema’nın tek sözcükle aşığı nasıl yıkabileceğini yere düşen o tek papatyadan anladık sanıyorum. Ne yazık ki Poyraz und Ayşegül aşkına baktığım pozitif yanımla bu ilişkiye bakamıyorum. Üzülüyorum. Öyle kalıyor.
Gelecek bölüm, geçmiş bölümde olduğu gibi Sefer’in rakı bardağından rakı içer mi Sema?
İçer de düzeltir mi aralarını?
Zafer için ise artık yorum yapamayacağım. İçimin almadığı planlarına bir yenisini daha ekleyerek Sadreddin’i memnun ediyor gibi göründü. Fakat Poyraz Karayel’le ilgili durumunda bir başka etken olduğunu düşünüyorum. Ayşegül’ün evine gelip fularını alması da bu etkenin parçası. Fakat büyük cümle kurup, Zafer, Ayşegül’ü elde etmek için çevresini çembere alıyor demeyeceğim. Dersem gerçek olabilir, ondan. Hiç yokmuş, olmamış gibi yapalım bence.
Gözlerimizi kapayalım Zafer’i görünce.
Gıcık olduğum bir noktaya da yorum yapacağım: Poyraz’ın sinemaya gidip kendini perdenin önüne atması beni delirtti. Herhalde o filmi seyredenlerden biri olsaydım, bakınız Vesikalı Yarim, Poyraz’ın kafasına ne bulsam atardım. İçimin yağlarını eritirdim. O ne öyle? Romantizmin de bir sınırı, aşk deliliğinin de bir çizgisi, bir karizması var. Poyraz’ın çılgınlığı kadar gıcık edenini görmedim ben. Onun aşkında sabır sınayan bir yan da var gibi görünüyor bazı zamanlarda. Bazı zamanlarda. O filmin o müthiş repliğini ise yazı başlığı yapıyor, sözlerime burada son veriyorum.
Haftaya aynı ekranda, tahminlerde buluşalım.
Zira bu ekran Ünsal Özbakan und Mümtaz komplosunu yedi bölüm önceden tahmin etti.
Etti de ne oldu demeyelim. Olur mu?
Çok eğleniyoruz sonuçta.