Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Poyraz Karayel diye biri
Sezon: 1 Bölüm: 1

Uzun bir süredir “Pek Yakında” olarak tanıtımları dönen Poyraz Karayel, Çarşamba günleri yayımlanacak dediklerinden bu yana bekliyoruz. Bekliyoruz ki ilk bölümü seyredip neler olup bittiğini bir anlayalım.

En sonunda seyrettik. Ve aylardır bekleyen, bekletilen ve beklediğimiz Poyraz Karayel fena halde iyi bir iş olarak karşımıza çıktı ve jeneriğinden son saniyesine kadar seyircisini ekrana kilitlemeyi başardı. Bu son dönemde pek karşılaşılan bir durum değil saniye kaçırmak istemeyen seyircinin gözünü dahi kırpmaya korkması. Kendi adıma söyleyebilirim ki; içinden silahlı çatışmanın geçtiği dizileri sevmememe karşın, bölümün sonundaki çatışma sahnesini dahi dikkatle seyrettim. Ama biz dizinin başlangıcına dönelim ve neler olmuş şöyle bir gözden geçirelim. Kritiğini yapalım, üzerine susmak nedir bilmeden konuşalım.

İlker Kaleli’nin başarıyla soluk kattığı Ahmet Poyraz Karayel, adından da anlaşılacağı üzere dizinin esas adamı. Mafya dünyasının en önemli isimlerinden Tatar’ı yasadışı bir iş üzerinde yakalamak için düzenlenen operasyonda Galata Köprüsü üzerinde yere açtığı kitap tezgâhı ile görüyoruz ilk olarak. Operasyon ilerlerken müşteriyi oynayan Poyraz, sattığı ürün (kitap değil elbette) karşılığında aldığı parayı pantolonunun arka cebine koyuyor. Bu parayı arka cebe koyma meselesi önemli çünkü birazdan satış yaptığı elemanı takip etme ve bağlı bulunduğu adamla aynı anda suçüstü yakalama düşüncesi içerisinde polis ekibiyle birlikte hareket ederken kumpasa düşecekler. Ve Arap Hanı’na kadar kumpası bozmak için mafyanın adamını takip eden Poyraz orada küçük bir çocuğu (Han’ın çatısında yalnız başına, sarışın güzel bir kızın elinde güvercinle çok işi olabilir tabii, bir acayip oyun) kurtarayım derken hem vurulup adamları elden kaçıracak hem de arka cebindeki paranın yerinde olmadığını öğrenecek.  Paranın nerede olduğunu soran polis arkadaşı Mümtaz’da (Murat Daltaban) bir iş olduğunu belki o anda düşünmüyoruz. Ama sonra düşüneceğiz, epey zaman sonra.

Poyraz’ın mahkeme savaşı, Sinan’ın velayeti gidecek mi?

Tabii paranın kaybolması sonucu Poyraz’ın evini arıyorlar ve para ne hikmetse Poyraz’ın evinden çıkıyor. Hemen rüşvet aldığı, görevini kötüye kullandığı iddialarıyla meslekten atılması ve bu da yetmezmiş gibi yurtdışında alkol tedavisi gören karısından olma çocuğu Sinan’ın (Ataberk Mutlu), dünyalar tatlısı o çocuğun velayetini gazeteci kayınpederi Ünsal’ın (Mustafa Alabora) almak istemesi, hatta alması Poyraz’ın hayatındaki travmalara bir yenisini daha ekliyor. Hem habersiz olduğu paranın evinden çıkmasının, hem çok ama çok sevdiği oğlunun velayetini kayınpederinin almasının Poyraz’ı derin bir yıkıma düşürmesi beklenir ama iş hiç de öyle olmuyor. Nasıl oluyor da bu durumu böylesi kolay biçimde atlatıyor anlamadığımı söylemem gerekir, biraz sarsılması ve sarsıldığını da göstermesi gerekmez miydi? Tamam, travma yaşıyor ama biraz olsun dış aksiyonuna yansıyacağını düşünüyorum bu duygusal travmanın. Ve fakat bu durumun şöyle bir güzelliği var ki bu sayede Ayşegül’le karşılaşacak, tanışacak.

Aradan zaman geçiyor tabii, her dizide olduğu gibi, şimdiye geliyoruz. Poyraz taksicilik yapıyor. 

Doktor hanım kızımız Ayşegül.

Bahri Umman’ın (Musa Uzunlar) kızı olduğunu sonra öğreneceğimiz Ayşegül Çilingir hastanede istifasını vermekle meşgul, bakınız kendisi bir doktor. Ayşegül, 5 yıl evvel uyuşturucudan ölen kardeşinin yasını halen tutan, babasıyla ilişkisinin ne derece sorunlu olduğu soyadını değiştirmesinden anlaşılan ama yine de o ortamdan kendini koparmayı henüz başaramamış bir genç kadın. (Burçin Terzioğlu’nun güzelliğine de, oyunculuğuna da hayran bırakacak derecede başarılı görüntüsüyle + oyunculuğuyla ekrana kilitlenmemin büyük payı onda.) Babası Bahri Umman’la sık sık dramın dibini buldukları diyaloglara giriyor ki bu hem Bahri hem de Ayşegül’ün travmalarının ne kadar derine işlemiş olduğunu kanıtlıyor. Başka bir şeye daha kanıt oluyor bu durum: İlk bölümden de gördüğümüz üzere, baba–kız travmalarının çatışması üzerinden müthiş dramatik sahnelere şahit olacağız ve belki de geçip karşısına ağlamalara doyamayacağız. İkisinin de haklı sebepleri var fakat Bahri kötü tarafın enteresan bir temsili: Oğlunun ölüm sebebi uyuşturucunun satışına karşı dururken, bu karşı duruşun sonucu olarak birinin (belki birçoklarının) ölümüne neden oluyor. Kabul edilmesi zor bir ahlak anlayışı.

Ayşegül istifasını verdiği hastaneden çıkar çıkmaz soluğu dilinden düşürmediği, aklından çıkarmadığı kardeşinin mezarı başında alıyor. Konuşuyor onunla, ağlıyor, üzülüyor. Ve çıkıyor mezarlıktan. Bir taksiye biniyor, bilin bakalım bindiği taksiyi de kim kullanıyor? Tabii ki Ahmet Poyraz Karayel. 

Poyraz taksiye almak istemese de binmekte kararlı olan Ayşegül, Poyraz’ın geliştirdiği bir yöntemle çocuğunu “kaçırması” olayının tam da göbek deliğine düşüyor. Önce şaşkınlıklar, şaşırmalar, kalakalmalar falan derken soluğu karakolda alıyorlar. Sinan’ı, karakola gelen dedesi alıp götürüyor. Ayşegül ise ufacık bir konuşmanın nelere kadir olduğunu kanıtlamak istercesine, Sinan’la iki lafın belini kırdıktan sonra babası Bahri’nin kendisini alması için gönderdiği adama Poyraz’ı karakoldan erken salıvermeleri için “ricada” bulunuyor. Tam burada Ayşegül’ün içinin Poyraz’a aktığını söylememe gerek yok sanırım. Öyle bir akıyor ki hem de, Ayşegül Poyraz’ı sarıp sarmalayıp eve götürmek, kardeşi Onur’un ölümünün açtığı yaralara onunla pansuman yapmak istiyor. Haksız da sayılmaz. Hem esprili, hem yakışıklı, hem sevimli hem de sakallı Poyraz’dan etkilenmemek pek mümkün değil.

Karakol koridoru: Poyraz, Sinan, Ünsal und anneanne.

Her neyse. 

Sonra da çıkıp eve gidiyorlar: Ayşegül und babasının adamı Sefer. 

Evde ise 5 yıl önce ölen kardeşi Onur için mevlit okunuyor. Birini öldürmek için bir saniye düşünmeyen mafya “babası” Bahri’nin mevlit okutmasını bir kenara bırakacak olursak duaların Türkçe ya da anlaşılır bir dilde diyelim, okunması beni fena halde mutlu ediyor ama bunun konumuzla bir alakası yok. Mevlit bitiminde o evin havasından kurtulmak, kendini kendi huzurlu sularına bırakmak isteyen Ayşegül evden çıkıp gidecekken hem babasıyla hem de kardeşi Sadreddin (Bu ne biçim isim allasen?) ile ayaküstü kavga edip çekip gidiyor. Ayaküstü dediğime bakmayın, öyle derin ve incelikli laflar ediliyor ki baba kızın dramını o anda görüyoruz. Sadreddin ise lüzumsuzluk abidesi. Söylediği sözler ve gereksizliği yalnız bu sahnede değil, bölümün tamamında bir şekilde karşımıza çıkmayı başarıyor. O da ileride hem Ayşegül hem de Bahri’ye sırt dönebilecek görünüyor zira Ayşegül’ün varoluşuna karşı aşırı bir kıskançlık, aşırı yetersizlik hissetmesinin yanında babasına da uyuşturucu işi teklif etme cüretini gösteriyor. Ah ne yazık ama! 

Neyse ki Ayşegül peşinde koşan Taner’in evlenme teklifini reddedecek ve kurgu olması gerektiği gibi akıp yolu Poyraz ile kesiştiği için onunla bir ilişkiye başlayacak. Biz de birbirine fena halde uyan Sinan, Poyraz, Ayşegül üçlüsünü seyretmelere doyamayacağız ve gözlerimiz her an her yerde onlara ilişkin bir şeyler arayacak. Arayacak da bu da müthiş bir hızla gerçekleşmeyecek nihayetinde, zamanı var ve gelecek. 

Mümtaz’ın, çocuğunu “kaçırmak” yüzünden karakola alınan Poyraz’ın eve gittiğinde evde olması, içeri girme yöntemlerinin olduğunu söylemesi kafalarda şu soruyu oluşturmuştur diye düşünüyorum: Her katil olay yerine geri dönüyorsa, Poyraz’ın arka cebinden kaybolan paraları Poyraz’ın evine koyan adam da eve tıpkı önceki yöntemiyle girmiş olamaz mı? Bu açıdan bakıldığında Mümtaz’ın ikili oynadığı, asıl rüşveti kendisinin yediği bile söylenebilir. Fakat delil yetersizliğinden şu an için net bir şey söylemek çok da doğru olmaz. Bu da böyle bir karmaşa.

Ayşegül’ün cüzdanını taksisinde bulan Poyraz şaşkınlığı: “Acaba benimle tekrar buluşabilmek için kendisi mi bıraktı?”

Bu karmaşada Ayşegül cüzdanını Poyraz’ın taksisinde düşürmüş oluyor ve bu düşürme de bir tür “first date”e dönüştürülüyor hemen. İtinayla. 

Bu aşamadan sonra mafya ilişkilerinde daha da derine dalıyor, Zafer ismindeki bir başka mafya babasının yemek masasında birini zehirlediği sahneye yuvarlanıyoruz. Zafer, uyuşturucu ticareti yapıyor ve bu ticareti Bahri’yle birlikte yürütmek istiyor. 

Geniş ve uzun bir yemek masasının karşılıklı taraflarına geçip bu işi konuşurlarken uyuşturucunun lafının dahi edilmesi Bahri’yi sinirlendiriyor. Kabul etmiyor. Kalkıp gidiyor ve giderken peşinden bir tehdidi de beraberinde götürüyor. Zafer’i sinirlendiriyor.

Masanın Bahri tarafı.

Aradan zaman aktıktan sonra Bahri’nin evinde her sandalyesi dolu yemek masasında büyük bir aile yemeği veriliyor. Ayşegül de zoraki gidiyor ya oraya, nasıl gittiğini bir türlü çözemesek de sonunda kurgunun gereğinin bu olduğunu alıyoruz ve o yemeği zilzurna ve ne yazık ki reddedilmiş Taner’in basmasıyla şenlik başlıyor. 

Adamlar, Taner’i dövüp uzaklaştırmayı akıllarından geçirirken olaya Ayşegül müdahalesi geliyor ve Taner’in en azından son dakikaları huzur ve mutluluk içerisinde geçiyor. Çünkü birazdan vurulacak. Çatışmasının ortasında kalacak. 

Çatışmaya gelecek olursak, herkes enfes derecede deneyimli gibi ilk silah patlamasından son silah patlamasına kadar saklanmaları gereken noktaları ustalıkla buluyor. O sırada da, az önce dediğim gibi, Taner’i –pek sevemesek de kendisini- harcadılar matmazel. Gitti yavrucuğum, ama belki yoğun tedaviler sonucunda hayata döner. Döner ve Ayşegül de vicdan azabı çektiği için onunla evlenmek ister. Poyraz’ı bir kenara atar. Soyadını da halen kendi istediği gibi sabit tutar. Tabii bütün bunlar Taner’in o ölüm rüyasında olabilir ancak. Çünkü Poyraz, Ayşegül ile tanıştı ya bir kere, gözleri birbirine değdi ya bir kere- onların duyguları iflah olmaz artık. 

“Vurdular civanımı,” der mi Ayşegül?

Çatışma bitmeye yakın, son bir hamleyle karşıdan bir saldırı geleceğini gören Poyraz (tabii ki oraya babasının hayrına gitmedi, Ayşegül’ün babası olduğunu bilmediği Bahri’yi takip için gitti ve taksisinin içine sinip bekledi son dakikaya kadar) taksinin gaz pedalına basmak suretiyle Bahri’nin gözünde yüksek yüksek mertebelere yükseliyor. Yükselecek hatta. Çünkü bu işlemden sonra gazdan bir süreliğine ayağını çekse de, devamında gaza yüklendi ve ortamdan uzaklaştı. 

Bölüm de böyle bitti zaten. 

Üzerine birkaç söz söylemek istediğim bir de şu var: Jenerik akarken saatler, saatler ve zamana ilişkin birçok şey görüyoruz. Zaman bir yerde önemli, tamam ama Poyraz Karayel’de daha mühim bir vazife mi yüklenecek onun sırtına? Ne zaman, zaman o jenerikteki anlamını sırtlanacak? 

Dizide hiç mi sıkıntı yoktu peki? 

Pek tabii ki vardı: Mesela herkesin Bahri Umman’a baba demesi gereksiz bir sözcük kalabalığı olmasının yanında kimin Bahri’nin esas çocuğu, kimin çalışanı olduğunun anlaşılması, anlaşılmasından öte bundan emin olunmasını son derece zorlaştırdı.  Bu nedenden ötürü Sema’nın (Emel Çölgeçen) kim olduğunu bir türlü çözemedim. Bahri’nin kızı mı yoksa sadece avukatı mı? Acaba kimdir, kimdir, kimdir? 

Şimdilik sadece bundan şikâyetçiyim, yoksa fena halde başarılı bir işle karşı karşıyayız. İlker Kaleli, Burçin Terzioğlu uyumu da şahane olmuş. 

Yani. 

Yani şu ki: Seyretmelere doyamayacağız.

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR