Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Tabula Rasa
Sezon: 4 Bölüm: 2

 

The Walking Dead evreninde soluklanmaya asla zaman yok. Durmak, düşünmek, nefes almak, sakinleşmek daha da kötüsü her şeye bambaşka bir pencereden bakmaya çalışmak saçmalığın daniskası. Dünya bu, yaşıyorsunuz işte, Daryl’ın Carol’a söylediği gibi: “Ölmedik, ne olduysa oldu, baştan başlayalım.” Bu dünya bir başka gezegenin cehennemi kesinlikle, insan diye bahsettiğimiz varlığın elinde kalan tek ahlaki değerin hayatta kalmak olduğu post-modern bir cehennem.

Bölümü, dizi yaratıcılarının bütün dördüncü sezonu yeniden kurmak için harcadıkları çatışmaları hatırlayarak açtık, garip bir ağır çekim montaj eşliğinde. Kurulan yapı birbirine uymayan ama sağlam temelli bir lego curcunası, bir çocuğun elinden çıkmış belki ama çocuğun hevesine kapılıp izlemeye devam ediyorsunuz. Glenn’le Maggie’ye çapkın bakışlar atan adını hatırlamadığım kızın Hapishane Baskını sırasında Vali’nin yanında yer almış olması örneğin. İlk günah çıkarma bir fist bump’la hallolmuşsa eğer dükkânı kapatıp gidelim, her ne kadar her karakterin insan temasına daha çok ihtiyacı olsa da.

Ya da artık birbirini daha iyi anlayan Carol’la Rick’in arasında yaşananlar gibi, Carol Rick’e saatini geri verirken anlattığı bir şey var dizinin: Carol hayatta kalmak için çoktan satmış ruhunu, küçücük bir çocuğun canını almak bunu gerektirir çünkü, ancak Rick’in zamana ihtiyacı var bu gerçekleri kabullenmek için. Hala eski hayatına tutunmasını sağlayan iki çocuğu var, biri çoktan çocukluğunu kaybetmiş olsa da.

Hayatta kalırken hayatta kalmayı sorgulamanın da çok bir manası yok esasen. Zombilerin hüküm sürdüğü bir toplumda hala Tanrısını arayan bir papazın ahlaki değerleriyle kimseyi kandırmasına imkân yok, hiçbir insanı ya da zombiyi öldürmeden hayatta kalmış olmasının da. Bir David Fincher filminden fırlamış obsesyonla dolu kilisede Yaratılış’ın peşinden koşan, yaşadığı dünyayı Tanrı’sının yazdığını düşündüğü kitaplarla anlamlandırmaya çalışan bir adam da varlığını sorguluyorsa, çok kalmaz bu hayatta.

Papazın isminin Gabriel (Cebrail) olması da boşuna değil, Tanrı’nın haber gönderdiği düşmüş meleği bir şeyler anlatmaya çalışıyor belki. Ama kimsenin dinleyecek hali yok, bu dünya zombi sesleriyle dolu, ormanda yürürken kırılan bir dalın çıtırtısının pompaladığı adrenalinin kulakları zonklatmasıyla dolu ve daha da önemlisi küçücük bir bebeğin bu garip dünyayı tanımaya çalışırken çıkardığı cıvıltılarla dolu. Tanrı’yı dinlemeye kimsenin vakti yok.

Kiliseyi görünce de herkes günah çıkarmaya başlıyor nitekim. Çünkü yeni bir sayfa açmanın ilk koşulu önceki hayatındaki günahlardan arınmaktır. Ama Cebrail’in bile günahkâr olduğu bir dünyada günah kavramı da çarpıtılmış durumda elbet. Muhtemel bir zombi saldırısı sırasında kiliseye sığınmaya çalışan insanları muhtemelen dışarıda bırakmış bir din adamının “Ben kimseyi öldürmedim,” diyecek kadar pişkinleştiği, sonra da muhtemelen eşi olan kadının ölmüş halinden korktuğu garip bir dünya. Yenisi yok bunun, hayallere yer yok, hele umuda hiç yer yok. Her an tetikte olanın, cani ve gaddar olabilenin, insanlığını unutabilenin insan olduğu bir dünya.

Carol; Tyreese ve Daryl’la konuşmalarında tekrar anıyor kafasındaki şeytanları, onun günah çıkarmaya niyeti yok, yeni bir hayat olmadığını bilen bir survivor ikonu. Ancak Daryl öyle değil, Beth’i kaybetmiş olması dolayısıyla içi içini yiyor, günah çıkarma motifli bölümde, Daryl’ın kafasındaki şeytanı yok etmek adına arkasında hac işareti olan bir arabanın peşinden koşması da boşuna değil elbet.

Şarap partilerine, mum ışığının aydınlattığı umut dolu konuşmalara, İncil’den fırlamış ve eşi St Sarah’nın ismini alan kilisede Abraham’ın (İbrahim) insanları başka bir yere götürmeye çalışmasına da gerek yok. “Bir nefes alıyoruz, yavaşlıyoruz, sonra; kaçınılmaz olarak bir bok oluyor,” diyen de Abraham’ın kendisiydi. Rahatlamak yasak, ölüleri öldürmeyecek kimse, Washington’da da sığınacak hiçbir şey yok muhtemelen, yaşayanlar ölülerden daha ölü olana kadar bu dünyada hüküm sürmeye devam edecek ölüler.

Yeniden başlamaya, boş bir sayfaya herkesten hazır olan Bob’un Sasha’yla “bardağın dolu tarafı” oyununu oynadığında, Sasha’yı öptüğünde ve bir kez daha öptüğünde bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyoruz. Bob’un Rick’e söylediği gibi bir gün bütün bunlar bitmeyecek, kâbus değil yaşananlar, Tabula Rasa yok, hele Rick’in, Bob’un aklındaki dünyayla hiç işi yok. Rick o yüzden hayatta kalmaya devam edecek bu dünyada, Bob’un ise günleri sınırlı. Başka bir dünyanın hayalini kurmak esas günah.

İşte o yüzden Rick, Terminus’takilerin kökünü kazımaya karar verirken haklıydı, zombilerle hayatta kalabilirsiniz ama insanlarla asla. İnsanı doğadaki en tehlikeli avcı yapan zekâsı, başka bir insanın bacağını tel ızgara üstünde pişirerek yemesini sağlayan güdü ile aynı vücutta birleşiyor. Hem de yemeğinin gözlerinin içine bakarak. Sivrisinek ısırığını “kaşınmak hayatta olduğumu hatırlatıyor,” diyerek geçiştiren Bob’un hayatta olduğunu hatırlamak için böyle şeylere ihtiyacının olmadığını bilmesi gerekiyordu.

Ama esas tabula rasa’yı dizinin kendisi açıyor, karakterlerine bu hakkı tanımazken bize bütün çatışmalarını tek bir bölümde hatırlamamıza imkân veriyor. Eski sezonun hatalarından ve günahlarından arınmış, yarım sezon uğraştıkları toparlama çabasının meyvesini almaya hazırlar, bütün taşlar yerli yerinde, sayfa bembeyaz ve kalemler hazır. Ne yazacaklarsa bahtımıza.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR