Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
“Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum.”
Sezon: 1 Bölüm: 4

“İmzaladı mı bakayım, aa cidden imzaladı.” -Rana

Bölüm Güneş’in sözünü tutmasıyla başladı. Bir an bile düşünmeden bastı sözleşmeye imzayı. Haluk, dur dedi, yapmasak da olur dedi ama ne fayda. Güneş eğmeyecek başını Rana’ya, kararlı.

Haksız da değil üstelik Güneş tek başına üç kız büyütmüş, kendi ayaklarının üzerinde durmuş eğitimci bir anne, bunca yıldır eğmediği başını insanları para avcısı olmakla itham eden Rana’ya mı eğecek?

”Dağınık bir odada yaşanmışlık var dediler, dağıttım.” -Nazlı

Nazlı, Savaş’ın geçen gece boynundan söküp aldığı kolyenin peşine düşüyor. Annesinin olarak bildiği kolyenin Savaş’ı bu denli öfkelendirmesini çözemese de önceliği kolyeyi bulmak. Savaş da Melisa’dan geriye kalan kelebeği vermeye niyetli olmadığından,  Nazlı kendi yöntemlerini yürürlüğe sokuyor. Etrafı dağıtmakla başlıyor, Savaş’ın umurundaymış gibi ortalığı yerle bir ediyor. Kolyeyi bir an bile elinden bırakmayan Savaş söz konusuyken Nazlı o kelebeği unutsun, kelebekten vazgeçsin de Savaş’ı bu denli öfkelendirenin ne olduğunu çözmeye çalışsın.

“Bak şu çirkin kolye yüzünden çekmediğim çile dert kalmadı, anlat ne biliyorsun?” -Savaş

Savaş, Haluk’a kolyenin hesabını sormaya gittiğinde duymak istemediği gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor. Haluk’un gizlediği görüntüleri görünce hatırlayamadığı dört saatte bakışı değişiyor, öyle ki Melisa’yı öldürdüğüne inanıyor.

”Son hatıramı sinene sar, bu kadarına razıyım yar.”

O gece gelmediğine inandığı, ‘gelse ben onu bırakmazdım, gitmesine izin vermezdim’ dediği sevgilisinin yanına geldiğini görüyor. Savaş belki de Melisa’nın ortadan kaybolduğundan beri yaşadığı en kötü anı yaşıyor, kendinden şüphe duyuyor. Öylesine yerle bir oluyor ki, acısı ekrandan taşıyor seyircinin içini sızlatıyor.

“Ne demek Emre’yle biz olduk, nasıl biz olduk, sevgili gibi biz yani, #@&%?” -Ali

Ali, ‘sinsice’ dinlediği telefon sonucu Selin’in Emre’yle sevgili olduğunu öğreniyor. Tabii bu durumu telefon konuşması sırasında öğrenen tek insan Ali değil, Emre de durumdan yeni haberdar oluyor. Selin, öpüşmenin ardından sevgili olduklarını düşünse de Emre, ilk başta buna pek yanaşmıyor.

Konuşmayı duyan Ali, en muzip haliyle Selin’in yanına yaklaşıp Emre hakkında birkaç tüyo veriyor. Selin, her ne kadar Ali’nin sözlerine kulak asmasa da içine bir kurt düşüyor. Ee, Ali kaç yıllık arkadaşını tanıyor da konuşuyor. Ali’nin derdi Selin’i sinir etmek gibi görünse de için için kıskanıyor bu durumu. Henüz anlamasa da nedenini Selin’in Emre’yle yakın olması gerilmesine neden oluyor.

Bunu bir an olsun bile hissettirmiyor ama o güzel gülüşünün arkasına saklıyor ne kadar hüznü varsa, öylesine güzel gülüyor ki bir an bile düşünmüyor karşısındaki bununla neyi kamufle ettiğini.

“Kızlarımla bahçede kurabiye yeme keyfi.” -Güneş

Güneş, içini kemiren tüm olumsuzluklara inat kızlarını alıp bahçenin en güzel köşesine bırakıyor piknik sepetini. Belli ki bir gelenek olan kriz anı kurabiyelerini de yapıp herkese kendini temsil edeni dağıtıyor bir bir. Peri’ye yavru kelebek, kendisine anne kelebek, Selin’e kalp, Nazlı’ya da ayı… Herkes kurabiyelerini aldığında, yeni hayatın kattıkları temalı konuşma başlıyor haliyle.
Burada Selin’in söylediği cümleye çok güldüm, eskiden buralar dutlukmuş ben bu bahçedeymişim de evi benim üstüme yapmışlar gibi, ev bana alıştı, diyor. Aynen de öyle oldu, ev de ortam da Ali ve tayfası da Selin’e alıştı. Nazlı’nın hala bir yanı İzmir’e dönüş bileti peşinde, Peri ise uyum sürecini sorunsuz tamamlayanlardan.

Dargın mısın bana?

Haluk, Güneş’in kırgın olduğunu bildiğinden çiçek göndererek arayı yumuşatmaya çalışıyor. Güneş zarif kadınlardan olsa da bir hareketiyle kırgınlığını belli edebiliyor, sabah karşılık vermediği öpücükten de bunu görebildik. E, yılların Haluk Mertoğlu’su bu basar mı yaş tahtaya, önce çiçeği yolladı ardından daveti söyleyip Güneş’i iş arkadaşlarına taktim etmenin yolunu yaptı.

“Kırmızı benim rengim değil diyorum, yeşil olsun yeşil.” -Güneş

Haluk’un jestleri çiçekle sınırlı kalmadı, eve askılık dolusu elbise yolluyor, Güneş’e de aralarından akşam için giyeceğini seçmek kaldı.

Tutmayın Nazlı’yı.

Melisa’nın o gece sahile geldiğini öğrenen Savaş için son kalan ipler de kopuyor. Kendisinden öylesine vazgeçti ki önce gündüz vakti meyhaneye gidip ‘ceza’sını çekmeye hazırlandı, ardından da riyakarlıkla suçladığı ki sonuna kadar haklı olduğu ‘arkadaş’larının yüzüne içinde kalanları söylemeye geldi. Bir kişinin hakkını da vermeden geçmedi, eskiden en yakın arkadaşı olan, ‘kardeşim’ dediği Mert’e bir sen adamsın dedi ki bunda da haklı. Emre’nin böylesine emin olması, Savaş’a bu denli öfke duyması en baştan beri saçma.

Sarhoşluğun verdiği yetkiyle içinde küflenmeye yüz tutmuş kelime bırakmayan Savaş, Emre ve yandaşlarınca dayak yediği sırada Nazlı ve Güneş’in diğer kızları olay mahalline ulaşıyor. Nazlı bu Savaş’ı o halde görür de sakin kalır mı, hemen atladı olaya dağıttı kalabalığı.

Kucakladığı gibi aldı Savaş’ı o kaosun içinden, sabah odasını dağıtıp hesap sorduğu çocuğun yine en kötü anlarından birine şahitlik ettiği gibi yine yardıma koştu. Savaş da bu duruma giderek alıştı, ne zaman indirse zırhını Nazlı orada, alışmasın da ne yapsın?

“Kalbimden kendi kalbini, kalbini kendine çekiyorsun, git üzüyorsun.” -Nazlı

Nazlı, Mert’in yardımıyla Savaş’ı eve getirdikten sonra yaralarını sarmak da yine ona düştü. Savaş’ın yaraları Nazlı’nın kalbini acıtmaya başladı bile, Nazlı her ne kadar ‘yapma bunu kendine’ dese de, ateş bacaya ulaştı da tutuşturdu ortalığı.

Savaş’ın beni bırakma demelerine, özürlerine dayanamayıp koydu başını içinde olmadığı kalbin üstüne. Nazlı, tutuştu tutuşmasına da Savaş’ın yası öylesine derin, iç kapışması öylesine aklını meşgul ediyor ki Nazlı’ya bakıyor da görmüyor.

“Didişip dursak da baş başa oturmayı çok severiz.” -AlSel

Ali, Selin’in damarına basmadan durmadığından, Emre’nin hovardalığı üzerine imalarda bulunmaya devam ediyor. Haybeye konuşmuyor üstelik, arkadaşının telefon şifresini verecek kadar da ileri gidiyor. Neyse ki Selin son anda telefonu karıştırmaktan vazgeçiyor. Selin, Emre’yi yola getirmede ve istediği ‘ilişki’ kavramını yürürlüğe sokmada kararlı ama Emre’den duyduğu ‘yakın arkadaş’ kavramını da kendine yedirecek bir kız değil. Açık ilişki Selin’e göre değil, Selin gözü ondan başkasını görmeyecek birini istiyor.

Herkes kendi kalbinin kalesine sahip olanı tuttuysa dağılın beyler.

Emre’den aldığı cevapla ondan uzaklaşmaya karar verdiği anda, karşısına Tuğçe çıkıyor tabii elinde biraz önce Ali’den duyduğu sözleşme kozu var kullanmasa olmaz. Tırnaklarını çıkartıp geçiyor saldırıya, Selin bugüne kadar Tuğçe’ye sustuysa hep kendini hedef almasından ama bu kez oklar annesine yöneldiğinde gözü dönüyor yapışıyor kızın saçına.

Ali ve Emre koşup ayırsa da Selin yeterince hırpalayabiliyor Tuğçe’yi, iyi ki. Seyircinin de içinin yağları ermiyor değil, bu ne canım her lafın içinde, her taşın altında, o saçların yolunma vakti gelmişti, eline sağlık Selin’ciğim.

Bakma öyle mahzun, öyle derin…

Sözleşmeyi duyunca Selin’in sarkan yanaklarıyla ‘annem çok üzülmüştür’ demesi benim kalbimde ilk sıraya yerleşti. Öylesine içten, öylesine masumdu ki o hali, alıp sarılasım geldi. Ali, Tuğçe’ye kendinin söylediğini belirttiğinde, Selin belki de ilk kez Ali’ye içinden taşarak söyledi laflarını. Hep can acıtmak, üstünlük sağlamak için kullandığı cümleleri bu kez içinden taşıp da ulaştı Ali’ye. ‘Sen çok aşağılık bir adamsın’ dedi, Ali güldü ama gözlerindeki bulutları bu kez saklayamadı. Selin fark etmese de kalbine değen tek hakareti bu oldu.

Güneş’in kızları is coming.

Selin eve gelip annesine bol bol sarılsa da soğumadı içi, Peri’yi uyarmak maksadıyla başladığı konuşmasını öğrendiklerini anlatarak bitirdi. Nazlı’nın tüm bunları duymasıyla da işler iyice karıştı, evin deli, gözü kara kızı soluğu annesinin davette olduğu otelde aldı. Haluk’la karşılaştığında ise yine tutamadı lafları dilinin altında, bir bir bıraktı özenle hazırlanmış misafirlerin oturduğu masaya. Haluk, tekne baskının ardından bir de otel baskınını kaldıramadığından, sinirle kasılan çenesiyle uyardı Nazlı’yı ama nafile.

Güneş tam bu anda geldiğinde, iş işten çoktan geçmiş, sözleşme masaya çoktan yatırılmıştı.

Nazlı ve Güneş’in eve dönelim temalı konuşmaları bol gözyaşıyla sonuçlandı. Güneş, Nazlı’nın haklı olduğunu bilse de bir kez daha düzen değiştirmeyi ve sevdiği adamı bırakmayı göze alamadı.

Belinde duracak o kemer elinde değil belinde, bir öğrenemedin.

Tüm bunların suçu tabii ki yine Ali’ye kesildi. Sözleşme mevzusunun duyulmasını sağlaması sonucunda Haluk yine kemerin görevini unutup saldırdı çocuğun üstüne. Bir bitmedin Haluk kişisi, bir bitmedin. Neyse ki Rana Hanım tam vaktinde yetişti de yaralarına yenisi açılmadı gökyüzü gözlünün. Rana Hanım da Raha Hanım olalı bir işe yaradı.

“Ne oluyordu kıskanınca, kalbe iğne mi batıyordu, cam kırıkları ayağına mı batıyordu, ne oluyordu?” -Ali

Evdeki çalkantıdan kaçan Ali, annesinin evine geldiğinde tayfasını da yanına çağırdı. Çok sevgili arkadaşı Tuğçe’nin çektiği fotoğraf sayesinde ev birden parti alanına dönüştü. Emre’den bir türlü haber alamayan Selin fotoğrafı görür görmez, kendini Sevilay’ın evine attı. Bu kız ne zaman kafasına eseni yapmayı bırakacak merak konusu, hadi her zaman gittikleri Emre’lerin evi olsa neyse de sen nasıl olur da Ali’nin annesinin evine gitmeye cesaret edersin?

Emre’yi kıskandırma yolunda emin adımlarla ilerleyen Selin, iğneyi Emre’nin kalbine batırırken çuvaldız Ali’nin kalbini çoktan deldi.

Yandı, bitti, kül oldu.

Sözleşme mevzusu uzadıkça tatlarının kaçacağını anlayan Haluk, karısını alıp yeni evleri olarak taktim ettiği yere getirdi, üstüne de sözleşmeyi yaktı. Güneş her ne kadar, sorun olmadığını söylese de sabah yaptığı konuşmada bu durumun zoruna gittiğini belirtmişti, Haluk da bunun üzerine daha fazla dayanamadı. Her şey tatlıya bağlanmıştı ki işler yine kızıştı.

“Dön demeyi unuttum ben ondan anneni de aldım geldim.” -Nazlı

Kendiyle ne yapacağını bilemeyen Savaş, cezasını çekme isteğiyle karakola gidiyor, giderken Nazlı’yla vedalaştığı için de arkasında onun için endişelenen bir kadın bırakıyor. Nazlı, Savaş’a bir şey olması korkusuyla Rana Hanım’a koştuğunda ise soluğu karakolda alıyorlar. Rana Hanım uzun süredir sakladığı bir başka gerçeği söylüyor bu kez geri döndürmek için. Eve gelirsen görürsün diyerek kararı oğluna bırakıyor. Merak, içimizi kemiren en güçlü duygu olduğundan Savaş’ın gerçeği öğrenme isteğinin üstün geleceğini umuyor.

Nazlı öylesine kaptırdı ki kendini Savaş’ın hayatını kurtarmaya çalışırken buldu. Ne olur eve dön, diye yalvaran bakışlarını bıraktı kucağına.

Sms’le terk eden sevgiliye tek rakip mektupla terk eden sevgili.

Savaş’ın gerçeği öğrenme arzusu elbette baskın geldiğinden eve döndü, Rana da sakladığı mektubu ona verdi. Mektup da ne yazıyor öğrenemedik ama Rana, Melisa’nın kendine bir şey yaptığını düşünüyor.

Baskın basanındır.

Sevilay’dan Selin’in kendi evinde olduğunu söyleyen bir mesaj alan Güneş, soluğu orada alıyor.

Selin’i Emre’le sarmaş dolaş bulsa da asıl sinirlendiği Sevilay’ın evinde olmasıydı. Bağırıp çağırırken tabii yine arada Ali kaynadı, babanın direktifiyle annesi tarafından yine kapıya konuldu. Bir çocuğu sığdıramadınız ömrünüze, yakarışlarıma başlamıyorum, başlarsam bitiremem.

Selin’i eve götürme işi biraz önce kalbinde hissettiği sancıya inat Ali’ye kaldı.

“Üzen ben değilsem, n’olur üzülme!” -Ali

Şu fotoğraf karesine baktıkça ne olur biraz daha demeden edemiyorum, bu nasıl güzel bir görüntüdür, bu nasıl bir uyumdur, tahtalara vuralım dağlara taşlara.

Daha çok arabalı Selin ve Ali sahnesi diliyorum, eminim herkes görmek istiyordur.

Selin, annesinden yediği azarın verdiği sinirle yine Ali’ye patladı. Ali’ye çıkışlarında çoğu zaman haklı olsa da bu kez sadece ‘üzülme’ demişti, o bile durdurmadı. Sen de aynı annen gibisin imasında bulduğu gibi çarptı kapıyı. Oysa ben üzeceğim diye beleren gözleri unutturarak üzülme diye büzülmüştü dudakları, duysaydın keşke Selin, keşke bilseydin kıymetini.

“Yaralarımı gördün, artık herhangi biri olarak kalamazsın.” -Ali

Telefonunu arabada unutan Selin, arabanın yerini sormak için Ali’nin odasına döndüğünde görmemesi gereken izlerle yüzleşiyor. Selin’in geldiğini fark etmeyen Ali, ilk kez yaralarını başkalarının gözünde görüyor. Selin önce şaşkın sonrasında üzgün haliyle Ali’ye bakarken, Ali’den bir ‘çık dışarı’ beklesem de gelmedi. Haliyle o da beklemediği bu anın karşısında şaşkındı. Bakalım, Selin teninde böylesine izler olduğunu gördükten sonra Ali’nin yaralarının kaynağını öğrenebilecek mi?

Selin, sana çok görev düşüyor güzel kızım, gördüğün o yaraları önce bil, önce tanı sonra da nasıl saracağını öğren. Karşında sadece gözlerindeki hüznü değil yaralarını da saklamayı bilen biri var ama nasıl dokunacağını bilirsen, yatıp dizine ağlamaktan da çekinmez.

“Önümüzdeki kurban bayramı da değil ki…” -Güneş

Eve döndükleri sırada Peri’nin köpek dövücü komşu tarafından hırpalandığını gördüklerinde Haluk ve Güneş olaya müdahale etmişlerdi. Haluk’un uyarılarını dinlemeyen komşuyu neyin beklediğini az çok tahmin ediyorduk, Haluk da bizi yanıltmadı ve üstü başı kan içinde eve döndü. Panik halinde daldığı banyodan çıkan sesler Güneş’i uyandırdığından da kaçınılmaz son yaşandı, Güneş her şeyi gördü. İşin kötü tarafı, aynı zamanlar içinde Sevilay’ın evine görmediğimiz biri girdi. Sevilay’ın attığı çığlıktan yola çıkarak bunun Haluk olmadığını düşünüyorum ama bir sonraki bölüm Sevilay’ın başına her ne geldiyse muhtemelen bundan suçlanacak kişi Haluk olacak. Neyse canım eski yaptıklarına saysın, onların yerine ödesin bu bedeli. Bedelinin ne olduğunu da tabii Güneş’in vereceği tepki belirleyecek.

 

 

İrem Pelin Sönmezer
11/07/2015 18:30
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR