Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Çeviride kaybolmadan: Selanik’in iki çocuğu, Hilal ve Leon

Vatanım Sensin izlerken aklımda sürekli tek soru vardı; Leon, Hilal’in ana dilini bilmese yine de genç kadına aşık olur muydu? Yine de Halit İkbal’e hayran olur ve onun Hilal olduğunu anladığı anda arzularına yenik düşecek kadar heyecanlanır mıydı?

Bu çok önemli soruyu bir kez cevapladı dizi. Leon’un, Hilal’e “hiç bilmediğim bir dili konuşuyorum” dediği mektubunda. Leon’un, Hilal’in dilini konuşmaya çalışması hatta kendi topraklarında Osmanlı hakimiyetini görmüş genç bir adam olarak bu dilin peşini hiç bırakmamış olması aslında kaderini ilmek ilmek işlemek değil mi? Kitapları, felsefeleri, gelenekleri, görenekleri, inanışları, fikirleri, Tevfik Fikret’ten Bektaşiliğe kadar, her şeyi yazıldığı dilden okumuş olması, kozmik bir kurguya benzemiyor mu? Hayatı boyunca Hilal’i anlayacağı güne, onunla tanışacağı zamana, hayatının sonsuza kadar değişeceği mevsime hazırlanmış gibi…

Dilin gizemi çözülemedi. Pastoral modernistler, post hümanistler ve yapısalcılar dillerin birbirine bütünleştirici yöntemle çevrilebileceğini çünkü hepsinin ortak bir kökenden geldiğine inanırlar hatta bunu biraz da metafizik sebeplerle açıklarlar. Tiyatro ve sinemanın sürekli başvurduğu semiyoloji de böyle doğmuştur. Gösterge bilim hangi kültürden gelirse gelsin kırmızı rengin insanlara çağrıştırdığı ortak duyguları ve tepkileri araştırır. Bu durumda Leon, Hilal’in dilini anlamasa da ona aşık olması yine mümkündü. Haksızlıklar karşısındaki öfkesini, kırgınlığını, yüzündeki kararlılığı mutlaka anlayacak, ondaki gücü eninde sonunda fark edecek ve çaresiz yine ve yeniden aşık olacaktı.

Diğer bir görüşe göre dil doğduğu ve büyüdüğü toprakla ve kültürle özdeştir. Hatta iktidarların cinsiyet ve ulus kimlikleri kurmak için kullandığı bir araçtır. Bu görüşü savunanlar özellikle post-yapısalcılar, kimliklerin dil aracılığıyla kurulma yöntemlerinin ve “karı gibi...”diye örneklendirebileceğim ayrıştırıcı ve cinsiyetçi ifadelerin tespitinin, demokratik ve sağlıklı bir toplum kurmanın tek yolu olduğuna inanırlar. Bu gibi ifadelerin ve deyimlerin kuruluş biçimi ve etki alanı her toplumda farklıdır. O nedenle ben dillerin birebir çevrilmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorum. “Birthday blue”, “doğum günü hüznü” diye çevrildiğinde hissettirdiği şey ne kadar eksik kalırsa işte o kadar zordur gerçek çeviri. Halit İkbal’in yazıları, Hilal’in “Bu topraklardan defolup gideceksiniz,” derken ki vurguları ve çeviride kaybolacak onca duyguyu anlamadan, Leon, Hilal’deki tutkunun nereden geldiğini bilecek ve onda kaybolacak kadar tutulur muydu? Sanmıyorum.

Game of Thrones işin büyüklüğü ve kitle endeksi düşünüldüğünde zaten dikkat etmesi gereken bir şey yapıyor. Farklı farklı dilleri tanımlıyor hatta dil bilimci bir uzmana Dothraki dilini yazdırıyor. Bir yandan da seyirci ve yayın dilini (İngilizce), yedi krallığın ortak dili (common language) olarak tarif edip bunu senaryoyla açıklıyor.  Bu dikkat, inandırıcılığı o kadar arttıran bir hamle ki haliyle dizinin başarısına başarı katması da tesadüf olmuyor. Vatanım Sensin de bu ülkenin büyük işi, yüzlerce ülkeye satılacak kadar da önemli. İşgali daha kolay yönetmek için yerel dili bilen askerlerin seçildiği söylenerek geçiştirilecek kadar basit bir iliştirmenin ve bu açıklamanın tekrarının senaryonun inandırıcılığı açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Konunun farkında olduklarını Mr. Hamilton’ın sular seller gibi yerel dili konuşmasını bir elçi/ajan olarak her dile hakim olması gerektiğini açıklamasından anlıyoruz.  

Dil konusunun geçtiği ve beni çok etkileyen cümlelerden biri yine Leon’un mektubunda gizli. Leon’a artık Hilal’in dilini de konuşmak yetmiyor ve aynen ulaşamayan mektubunda yazdığı gibi yeni bir lisan icat etmek, aşkını o dilde söylemek istiyor. Birlikte yaşayıp ölebilecekleri bir vatanın ve sadece ikisinin bildiği bir dilin hayalini kuruyor. Dil uzmanı bulup Hilal ve Leon’a özel bir dil yazdırmalarına gerek yok; onlarınki aşkın dili zaten, yani dokunmak fakat biz biçare izleyiciler en azından Leon’un hastane odasında Hilal’in eline tutuşturduğu Yunanca mektubun nasıl okunduğunu öğrensek fena olmaz.  

Eğer Hilal de sevdiği adamın dilini biliyorsa, gün gelir Leon’a kendi dilinde bir şeyler söyler diye beklemeye razıyız. Bunu beklemek bile güzel.

Belki, “Biz aslında Selanik’in Rumca ve Türkçe konuşabilen iki çocuğuyduk,” derler.

Vatanım Sensin’i beklemek güzel…

 

URBAN FRINGE

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER