Acun Ilıcalı tv8’i aldıktan sonra bambaşka bir kulvara geçti. Artık eskisi gibi bir magazin ünlüsü, alelade bir Şamdan haberi değil; o artık Platin dergisinin kapağı. O şimdi bir üst ligde. Üçüncü kattaki magazin ofisinden özel asansörle çıkılan sekizinci kata, patronlar katına taşındı. Artık eskisi kadar Uçankuş’larda, Kaçanbalıklar’da da o kadar göz önünde değil. Ne yaptığını takip etmek için eskiden programlarına bakardık artık sahip olduğu kanalına bakıyoruz.
Acun bence çok önemli bir zeka. Hakkını yemeyelim. Sevelim ya da nefret edelim ama bu onun özel biri olduğunu değiştirmeyecek. Sıfırdan, neredeyse bir hiçlikten, gözümüzün önünde entertainment bussiness’ın imparatorluğuna yükselen bir kariyer inşa etti. “Hülya Hanım, ufukta bir evlilik var mı?”dan, Hülya Avşar’ın işvereni haline geldi.
Onunkine bir kariyer sıçrayışı değil değil bir rüyaya yatmak da diyebiliriz. Hani itiraf edelim: Acun’dan nefret etsek de hepimiz şu an onun yerinde olmak isterdik. Bence ortalama bir Türk erkeğinin hayatı boyunca gelmek istediği en üst seviye Acun olmak. O yüzden bu kadar çok seviliyor, o yüzden bu kadar hayranlık uyandırıyor. Çünkü Acun olmak için ekstra herhangi bir şeye gerek yok gibi görünüyor. Onun yaptığını herkes yapabilirdi. Kısıtlı İngilizcesi, Tarzancayla vücut dilini birleştirdiği konuşma performansı, dünyayı dolaşıp bikinili güzel kadınlara, Alanya ya da Side’de tatil yapıp İngiliz kızlarla iletişim kurmak isteyen her Türk erkeğinin sorabileceği sorularla başladı bu kariyer.
Olduğu gibi kaldı, elindekiyle yetinmeyi bildi ve elindekini biraz daha cilalayıp süsledi, püsledi. Kendisi de bunun gayet farkındaydı. Tüm röportajlarında da sırrının samimiyet olduğunu sürekli belirtti.
Evet, açıkçası samimi de. Ve lütfen kıskanmayalım. Hepimiz, içimizden herhangi biri bunu yapabilirdi ama Acun yaptı. Demek ki onu hepimizden ayıran başka bir şey var. Heteroseksüelliğiyle ve heteroseksüelliğinin getirdikleriyle çok barışık. Sıradan bir erkek nelerden hoşlanır, neleri sever, neleri izlemek ister bunu çok iyi biliyordu ve bunu şov dünyasına gayet başarılı uyguladı. Neyin reyting getireceğini çok iyi kokluyor ve bundan da bir parfüm markası yarattı.
Dediğim gibi çok özel bir adam.
Ama gördüğümüz kadarıyla kariyerini en tepeye sıçratma başarısını en tepede sabit kalmada sağlayamıyor. Sahibi olduğu tv8, sadece yarışma programlarında, o da eskiden de yayın haklarına sahip olduğu programlarla reyting başarısı gösterebiliyor. Survivor, O Ses Türkiye gibi garantili programlarıyla birinci. Ama onun dışında yeni denediği her şeyde büyük çuvalladı. Mesela temmuz ayında, 3 Temmuz’da yayınlanan Survivor finalinden başka geride kalan 28 günün hiçbirinde tv8’in bir reyting başarısı yok. Üstelik Survivor’ın bu başarısı da yine eskinin ekmeğini yemekten gelen bir başarı. Survivor All Star gibi tüm tartışmalı yarışmacıların yer aldığı, insanların yüz ve karakter aşinalığı olduğu tüm performansların hepsinin yarıştığı bir programın başarısız olması gibi bir şans yok. Peki şimdi ne olacak? Yeni bir En En En All Star Survivor mı yapacak?
Üstelik fikir olarak da tv8 macerası gayet güzel başlamıştı. Hiçbir şekilde kanalda haber bültenine yer verilmeyecek olması bence çok iyi bir fikirdi. Bir kanalda da haber olmayıversin. tv8 Türkiye’nin bu haberden sıkılan ve sadece eğlence isteyen izleyici kitlesi için biçilmiş kaftan olabilirdi. Gündemin tüm saçmalığından daralan ve kendilerini şov izleyerek uyuşturmak isteyen gençlerin hepsini bir çatı altına toplayabilirdi. Zaten yüksek reytingli pek çok programın yayın hakları kendisine aitti. Yapması gereken bunlara ek olarak televizyonları sarsacak yepyeni formatlar, izleyicinin alışık olmadığı diziler, sit com’lar bulmak ve onları sermekti.
Ama yapamadı. Üzgün surat.
Denediği dizilerin önemli bir bölümü, üstelik yayın süreleri ortalamanın epey altında olmasına rağmen üçüncü bölümden sonrasını göremedi. Neden onlara bu kadar inandığını anlamadığım bir şekilde hep çok güvendiği 3 Adam bir kaç bölüm sonra bitti. Yeni denediği reality şov formatları da tutmadı, Ütopya’ya katılanların akıbeti bilinmiyor mesela. Hülya Avşar Şov, Türkmax’taki sansasyonunun yanına bile yaklaşamadı. Sırf reytingleri yüksek diye astronomik ve bence çok gereksiz bir bedel ödeyerek satın aldığı Bu Tarz Benim bile Show TV’deki başarısının yanına yaklaşamadı.
Buradan bakarsak peki eğer, ölçümüz başarıysa hangi Acun’u kriter olarak almalıyız biz? Bir magazin muhabirinden televizyon kanalı sahibi olmayı başaran Acun mu? Yoksa bir televizyon kanalı sahibi olup da bir türlü istediği reytingi elde edemeyen Acun mu?
Hangi Acun?
Çünkü iki Acun’da somut verilere dayanan bir performans gösteriyor. İlk Acun, yani başarılı Acun, şu anda milyon dolarlarla anılan bir servetin sahibi. Hiçten milyon dolara sahip olmak en azından banka hesap cüzdanlarına bakarak bile başarı sayılabilir. İkinci Acun ise gayet somut reyting verilerine ve izlenme oranlarına göre başarısız.
Çok kafa karıştırıcı. Ne oldu bu adama da böyle oldu?
Tabii ki buna da bir cevabım var.
Birinci Acun yani zenginliği başarı olan Acun sadece kendisine ve sezgilerine güveniyordu. Programlarının dinamiği kendisinden soruluyordu ve daha özgürdü. Sadece kendinden ve belki de programı çektiği kameramanından mesul olması onun istediği şeyi yapmasını sağlıyordu. Kendi istediği ve sevdiği şeyin karşılığı da Türk seyircisinde vücut buldu.
İkinci Acun ise sadece kendisinden sorumlu değil. O Acun artık bir ekiple çalışıyor. Ve yanında maaşını vermek zorunda olduğu, sigortalarını ödemek zorunda olduğu malzemecisinden şoförüne kadar pek çok kişi çalıştırıyor. Bu insanı geren bir durum bence.
Bir televizyon kanalını yönetmek zor olsa gerek. İnanılmaz bir mücadele gerektiriyor. Ve burada artık tek başına değil; yönetim ve fikir kadrosuna yani etrafındaki birinci halkaya da en az kendin kadar güvenmelisin. Ve beğeni çeşitliliği açısında bu ilk halka seninle aynı fikre sahip olmamalı. Farklı fikirlerle beslenmesi ve büyütülmesi gereken bir organizma bu. Çünkü bir kanal sadece reality şovlar ve yarışmalardan oluşamaz; başka şeyler de olmalı, başka şeyler de izlenmeli.
İkinci Acun’un hatası bence bu. Yardımcısı olan birinci halka tıpkı kendisi gibi. Aynı şeyleri beğeniyorlar, aynı şeylere güveniyorlar, playstation’da aynı takımı alıp akşama kadar maç yapıyorlar. Kendileri için bir kanal açmış olsalar anlaşılabilir bu ama tv8 tüm Türkiye’nin kanalı; sadece Acun ve ortak beğenideki sakallı arkadaşlarının değil.
İkinci Acun ekibinden kaybediyor. Batan dergiler de böyledir mesela; onlar da ekipten kaybeder. Yayın yönetmeni gelir tüm ekibi sadece kendisi gibi, kendi beğenisine sahip insanlarla doldurur. Sonra da dergi batar. Çünkü kendi beğenini bu kadar bastırman o beğeniye uzak insanları senden çok kısa sürede soğutur. Herkes rock dinlemez, pop seven insanlar da vardır ve sen herkes için bir şey yapıyorsan pop sevenleri es geçemezsin. En azından kendi bakış açından onlar için bir şey yapmalısın. Çeşitlilik bir kanal için de, bir dergi için de eksi değer değil tam tersine artı değerdir.
Acun’un macerasını merakla izliyorum.
Biraz kıskançlıkla, biraz hasetle, biraz da gıybetle izliyorum. Çünkü gözümün önünde gerçekleşen bu çok ilginç kariyer nereye gidecek bilmek istiyorum.
Hangi Acun başarılı olacak?
Ve bundan on yıl sonra geriye hangi Acun kalacak?
Bekleyip göreceğiz.