Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
“Hırsızlık bir ekmekten, kahpelik bir öpmekten…”

Yalı Çapkını, Ortadoğu’daki adıyla Ferid, İngilizce adıyla Golden Boy, yedi haftadır  herkesin konuştuğu televizyon olayı olmuş durumda. Yerli dizi evet ama halkımız tarafından içselleştirildiği için basit bir dizi olarak okunmamalı. Yayınlanan son bölümü Youtube’da 24 saat dolmadan 6 milyon, ikinci gün sonunda 10 milyon kez izlendi. Bu da demek ki aldığı reyting oranlarının haricinde televizyondan izleyemeyenler kota harcamak pahasına, vaktini ve parasını diziye vermekten gocunmamış. İlk bölümünden beri ilgi ve heyecanla seyrettiğim Yalı Çapkını için yazı yazmak farzı ayın oldu artık. Uzun zaman sonra bir yerli diziyi atomlarına ayırmak da varmış demek ki. Hazırsanız başlıyorum:

İlk bölümü sonrasında twitter ve  youtube yorumcularının izleyenlerin ve oynayanların yüzüne tükürdüğü bir yapım Yalı Çapkını. İzleyeceğim şeyin icazetini kimseden almadığım için kendi özgür irademle bayıla bayıla izliyorum ben. Kurtlar Vadisi izlerken nasıl mafya olmak istemediysem Yalı Çapkını etkisinde kalıp hayatımın iplerini başkasının eline veresim de gelmiyor. Kimsenin de gelmemiştir yani. Abuk sabuk millete ahkam kesip ‘seyrederseniz şöylesiniz böylesiniz’ demek de en hafif tabiriyle mallıktır. Fakiriz kardeşim, sokakta eğlenip para harcayamıyorum ve evimdeki tek eğlence aracı da televizyon. Oradan da istediğimi seyredip vaktimi istediğim gibi harcayabilirim. Yaşadığınız ülkenin gerçekliğiyle bağınız o kadar kopmuş ki, zannediyorsunuz ki ülkedeki tüm kızlar/kadınlar Norveç vatandaşı ayrıcalıklarına sahip. Arkadaşlar biz Ortadoğu’nun göbeğindeyiz, bunun farkındasınızdır  iyşalla? Demografik yapısı önümüzdeki 10 yıl içinde daha da değişecek bir ülkenin gerçekliğinden kopuk olunca her şey düzelmiyor be çiçeklerim, yine de siz bilirsiniz tabii.

Yalı Çapkını ismiyle müsemma Ferit Korhan’la atomlamaya başlamak en münasibi.

FERİT KORHAN tüm hikayenin odağında, zira o böyle boş beleş görünen/yaşayan biri olmasaydı ne Seyran, ne Suna, ne de diğer tüm karakterler bu kadar cazip olmazdı. Tüm karakterler Ferit Korhan’ın gelişip açılmasından besleniyor. Gülseren Budayıcıoğlu’nun bu hikayeye konu olan hastası kim bilmiyorum ama dizinin hikaye kurgusunun Ferit üzerinden yapılması çok akıllıca. Ferit’in izleyicinin ve hikayedeki karakterlerin gözünde boommboşş bir insan olması karakterin geniş alanda senaristin istediği gibi açılmasını kolaylaştırıyor. İlk üç bölüm her gördüğümde çıtt diye boynunu kırmak istediğim Ferit’in aslında gizli ajandaya sahip, içten pazarlıklı bir adam olmasını ilgiyle izliyorum. Tabii ki ailesini seviyor ama abisini ve yengesini bir kahvaltı sofrasında, tek seferde, ben çocuk yapacağım diyerek harcayabiliyor. Evin hanımağası İfakat’i ‘yengecim sen nedersen o’  diye eyleyip karısını onun yerine geçirmek için tüm taşları sabırla diziyor. Üç yıllık sevgilisini pekala dedesine kabul ettirebilirdi. Dedesinin eli olan İfakat’in seçtiği Suna’yı değil de Seyran’ı istetmesi ilk görüşte vurulmasıyla romantize edilebilir fakat Seyran’ın herkesle dövüşebileceğini düşündüğü için onu seçti bence. Ferit, önemsiz görülmesini zırh olarak kuşanıp insanları iyi gözlemleyen uyanık biri. Kazım ve Suna ile çıkılan aile yemeğinde Kazım’ın kızları tesbihle hizaya sokma hareketini herkes kaçırdı ama Ferit kaçırmadı. Son bölümde babasının veya diğerlerinin diyemediğini tekte söyleyip Kazım’a verdiği ayarla gördük ki hepsini suya götürüp susuz getirir. Ferit’in duygu durum bozukluklarının düzelmesi yakın zamanda olası değil tabii, seyreden herkes akıllanıp Seyran’la aşk denizlerine açılsın istiyor ama karakterin gerçekçiliği buna pek müsait değil. Annesine ‘kıskanıyorum, delirdim’ diye patlayabilirken Pelin ve dahi belki de Sultan onun için arzu nesnesi olarak yetebilecek aslında. İzlerken boğmak istediğim Ferit’in bu şeytan tüyü sempatisi bence tamamen Mert Ramazan Demir’in başarısı. Ekranı öyle bir dolduruyor ki seyircinin aklını asla başka bir karakter çalamıyor. En kalbi tebriklerimi yolluyorum kendisine.

SEYRAN ŞANLI bu hikayedeki mağdur karakterlerden biri; diğeri de ablası Suna. Seyran, aile evinden kaçışı okuyup ayakları üzerinde durmak olarak kodlayan, Hattuç’un dediği gibi içi dolu ama hayatı bilmeyen bir kız. Annesi ve ablasından müteşekkil dünyasında kendi halinde takılan biriyken Ferit’in onunla kurduğu oyunu da ciddiye almıyor. Çünkü gözünde yok hiçbiri. 18 yaşında olduğu için geleceği okuyamamasını çok görmüyorum ben. Kazım gibi bir babanın yanında kişiliği o kadar ezilmiş ki Ferit’ten başka kimseye dişini geçirmeye çalışmıyor bile. Ferit’le kavgası da kürekçi kavgasından öteye gidemiyor. Seyran’ın dönüşümünün de Ferit gibi yavaş olacağını düşünüyorum. Aşk her şeyi değiştirir çatışması bu hikayede biraz hafif kaçar çünkü. Aşkım için her şeyi yaparım durumuna da Seyran kolay düşecek bir kız değil. Dayakla ve yoksun bırakılarak büyüyen çocuklar aşkı meşki hayatının öznesi yapmaz hiçbir zaman. Bunu da Yusufla olan durumunda görebiliyoruz zaten. Yusuf’a güvenmeyi bırakınca aşk pat diye bitti Seyran’da. Ferit’in kaypaklığının da farkında olduğu için ona güvenmesi, aşık olması zaman alır ki bence de böyle olmalı zaten. 

SUNA ŞANLI bu hikayede en üzüldüğüm karakterlerden biri. Son bölümde sarhoşken söylediği her şeye içim ezildi benim. Aynı karında yatsalar da kardeşler aynı olmuyor işte. Fuat ve Ferit nasıl farklıysa Suna ve Seyran da birbirinden öyle farklı. Dayak ve aşağılanmakla büyünen o evden sağlam, güçlü herkese kök söktüren kadınlar beklemek hayalcilik zaten. Suna üzerinden verilen büyük çocuk - küçük çocuk ayrımcılığını yaşamamış, bir katre bile hissetmemiş tek bir insan yoktur bu dünyada. İnsanlığın ilk efsanelerinden biridir Habil ve Kabil. Ki Suna Seyran’dan çirkin değil, aptal değil neden; daha azına layık olsun ki? Gülseren Budayıcıoğlu’nun hikayesinde kendinden yaşça büyük üç çocuklu bir adamla evlendiriliyor Suna. Dizi kurgusunda herkes gibi benim de öngörüm İfakat’in çabalarıyla Fuat’a çocuk doğursun diye yalıya alınabilir yönünde. Şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla Suna’nın Fuat’a gönlü akmış falan değil. Hayatı, annesi ve kardeşi olan başka insanlarla iletişimi bile olmayan Suna’nın hatalar yapmasını çok göremiyorum ben. Bu arada hikaye bu şekilde akmayıp normal seyrinde aksaydı, Korhanların planladığı gibi Suna Ferit’le evlenseydi Ferit ne gerdek gecesinde yavşak yavşak Pelin’le kutlama yapabilirdi ne de öyle balkondan falan eve alabilirdi. Aslına bakarsanız Ferit’in istediği o hanımağa kumaşı Suna’da var. Suna kendine yalan söylendiğini düşündüğü için kardeşini zora sokmaktan bir saniye çekinmeyen, dayak yenecekse yiyen, bir suç olmuşsa üstlenen, gözünü budaktan asla sakınmayan biri. Ama işte kardeşlik, bir kaşık suda boğmak istediğin kardeşine başka biri en ufak bir şey söylediğinde saçlarını eline dolamak değil midir zaten? Beril Pozam’ı ilk defa seyrediyorum çok başarılı bir Suna izletiyor bize, yolu açık olsun.

HALİS AĞA da çok sevdiğim Çetin Tekindor’a rağmen sevdiğim bir karakter değil. Hattuç’a olan aşkı okey de, Hattuç onu beklerken biliyoruz ki üzerine iki eş eskitmiş. Halis’in geçmişinde neler oldu, neler bitti adam ölmeden iyice bir anlatırlar iyşalla bize. Bu hastalıklı İfakat takıntısı nedir mesela onu da görmek isterim. İfakat’in Orhan’la partnerliğini bildiğini düşünüyorum. He bilmiyorsa da öğrendiğinde kalpten gider muhtemelen. Fuat istediği kızla evlenirken Ferit’e neden Antep’ten gelin almak için diretti mesela? Çapkın mapkın tamam da sevgilisiyle de evlendirebilirdi. Orhan’a davranışları, sofra takıntısı ve geri kafasıyla Latif’ten başka aşığı olmamasını anlayabiliyoruz. Kim neden sevsin ki Halis Ağa’yı? Hattuç da yakınında olsa sevmezdi muhtemelen. Bir de bu gayrı meşru kız evlat meselesi var. Halis’in ilk karısının çocuğu olmadıysa, çocuk yapması için bir de nikahsız kuma mı almış? İlk Karısı neden ölmüş ya da ölmüş mü n’olmuş? Orhanların anasıyla nasıl evlenmiş? Soyu yürüsün diye üç kadın eskiten Halis’in Asuman’a güzel gelinim falan demesi de ne bileyim? Samimiyetsiz. Yani dostlar erkek, hep erkek; Hattuç senelerce beklemiş, Halis keyfine bakmış.

Sırada RED DRAGON İFAKAT var. Doğurgan bir kadın nasıl olmalının vücut bulmuş haliyken çocuğu olmaması büyük ironi değilse nedir, sorarım size a dostlar… İfakat’ın herkes üstündeki  gücünün en küçümsediği Ferit’in eliyle gidecek olması ise başka bir ironi. Ferit’in İfakat’ın değil de Gülgün’ün oğlu olması da komik mesela. Aynı hırs, aynı pervasızlık, aynı çekicilik Ferit’te de var ama Ferit, Gülgün’ün oğlu hahahahahaha. Orhan’la olan çarpık ilişkisine bir isim vermekten şimdilik imtina ediyorum. Çünkü o ilişkiyi yataktan başka yerde görmedik. İfakat herkesin yatağına da karışmasıyla dragonluğunun hakkını veriyor açıkçası. Sultan’ı halayık olması için Ferit’in koynuna sokanın da İfakat olduğu o kadar belli ki. Muhtemelen çocuğu olsun diye de Fuat’ın koynuna Suna’yı sokmaya çalışacak. Bence başaracak da. Kadın çiftleştirme tanrıçası adeta, hahahah. Orhan’la ilişkisinin ortalığa dökülmesine muhtemelen Seyran sebep olduğunda, İfakat’in gazabından herkesi senarist korusun. 

ORHAN VE GÜLGÜN’e gelelim; Ferit ve Seyran’ın 30 sene önceki hali bunlardı muhtemelen. Referansımız tabii ki Gülgün’ün Seyran’a anlattıkları. Orhan, Ferit’le yaptığı konuşmada kendi yaptığı hataları yapmamasını tavsiye etti ama işte insan yaşamadan öğrenemez hiçbir şeyi. Orhan ve İfakat arasındakileri Gülgün’ün biliyor olması mı daha üzücü yoksa Orhan’ın bunu normali oymuş gibi göstermesi mi? Gülgün, Seyran’a büyük ailelere girmek kolay değil demişti ya hani, valla değmez ya, akıl sağlığın yerinde kalsın gerisi hallolur. Gülgün’ün o evde bozulmamış nadide bir çiçek gibi kalması bu dizideki tek umut veren şey galiba. Orhan için üzüldüğüm anlar da olmuyor değil tabii, o anlarda aklıma İfakat geliyor hemen ve yüksek sesle ERKEKLER KAPATILSIN derken buluyorum kendimi.

KAZIM, aşağılık bir insan nasıl olurun yeryüzündeki Antep şubesi resmen. Onun için şu satırları yazmak bile zul geliyor bana. Esme’ye yaptıkları için kan kusmasını, rezil rüsva olmasını diliyorum. Esme’nin yaşadıkları ve gördüğü zulüm bu hikayenin gerçek insan hikayesi olduğunun kanıtı gibi. Onun yaşadıklarını yöre veya şehir farketmeden, ama az ama çok binlerce kadının yaşadığını bilmek boğazımı sıkıyor, nefes almamı güçleştiriyor. ‘Sene olmuş 2022, ağalık mı kaldı ya’ diyenler için hatırlatmak boynumun borcu; feodal düzen biz İstanbul’da veya büyük şehirlerde yaşıyoruz diye bitmiş değil. Bu düzeni de yine kadınlar yıkacak, yok saymadığımızda ve küçümsemediğimizde el birliğiyle yıkacağız hem de.

Başlıktaki özlü sözü eden HATTUÇ için bir paragraf açmazsam olmazdı. Hattuç maalesef ki tam bir feodal düzen aşığı, biz atamızdan böyle gördük böyle bildikçilerden. Ağa kızı olduğu için ona hayat güllük gülistanlık olmuş ama işte herkesin bir imtihanı var, onunki de yalnızlık. Hayattan muradını alamadan kendi deyimiyle kuruyup kalmaya mahkum. Ama yine de Halis’le ilk karşılaştıkları sahnede gözlerimden yaşlar süzülmedi değil tabii. Bu arada Şerif Sezer’e olan büyük aşkımı burdan dile getireyim de bilmeyenler de öğrensin. Sen çok yaşa piremsesim.   

PELİN’e acıyorum ben. Hastalıklı bir sevda yaşamadım hiç, yaptıkları benim onaylayacağım şeyler değil ama çevremde Pelin gibi birini tanıdığım için  anlıyorum yaptıklarını. Akli melekelerini başka birinin eline vermiş bir insana kızamam, ona ancak acıyabilirim. Ferit için her şeyi yapar, herkesi ezer, küçümser. Muhtemelen Yusuf’la işbirliği yapacak ya da Yusuf’u kullanacak. İlk bölümde beraber tezgah kurduğu hizmetçi abladan büyük bir gol yiyeceğini düşünüyorum. Bir kadının hele ki Pelin gibi konforlu bir hayatı olup hemcinslerinden 10-0 önde yaşayan bir kadının, işsiz güçsüz gayesiz olmasına üzülüyorum. 

SULTAN müştemilat tayfadan hikayesi en atraksiyonlu olanı. Ferit’e halayık olmuşsun onu anladık da bu saplantı nedir ablacım? Ferit’in ne mübarek oyuncağı varmış ki oynayan efsunlanıyor… breh breh, be kardeşim. Pelin’i ayrı Sultan’ı ayrı hepsi aklını mezata çıkarmış. Sultan’ın saplantısından hariç ufak oğlunun da Ferit’ten olduğunu düşünüyorum ben. Seyran’ın çocukla oynamasına delirmesi de bu yüzden muhtemelen. Bunu da sadece Red Dragon İfakat biliyordur bence. Sultan ve Red Dragon entrika team olarak kenarda aportta kalacaklar bir süre galiba. Olaylar patlamaya başladığında ittifaklarıyla çok yuvalar yıkar ikisi,  ben diyim. Sultan’ın eşi İbrahim’i benim çok sevdiğim bir oyuncu olan Cansu Fırıncı oynuyor. Şimdi bu yetenekli adam sadece ‘aman ağzımızın tadı bozulmasın Sultan’ kıvamında mı kalacak yani? Şoför  rolünü düz bir figüran da oynayabilirdi yani, nedir ki? 

Yalı Çapkını kaliteli bir prodüksiyon olmuş. Yönetmen Burcu Alptekin kamerayı oyuncuların kabiliyetini ve mimiklerini göstermek için kullanıyor. Yüze odaklı bir çok planın sebebi de anlatılan bu psikolojik hikayenin karakterler üzerindeki ani değişimlerini seyirciye iyi yansıtma çabası. Sanat yönetimi ise neredeyse kusursuz. Neredeyse diyorum çünkü her odası ayrı ayrı güzel olan o yalıda Ferit ve Seyran’ın odası İnegöl mobilyacısı showroom’u gibi. Tamam Latif dekore etmiş,  güldük eğlendik ama artık değiştirin o odayı allah rızası için. Bir de söylemezsem çatlarım, hem Fuat hem Ferit belli ki film izlemeyi seviyorlar; peki nerden izliyorlar filmi dersiniz, laptop’tan evet. Hahahahah  ben fakir fukara halimle bile laptop’tan film izlemem ya. Kimse ‘napıyoruz biz’ demiyor mu? Ayrıca  nerde abi bu zengin bebelerinin pileysteyşınları, xbox’ları? Ellerine kitap alıp okuyan tipler değil bunlar ee benim evimin toplam metrekaresi kadar olan odalarında kukumav kuşu gibi düşünmek için mi duracaklar? Sıkıntıdan patlardım ben olsam.


Her hafta bölüm sonrası Yalı Çapkını yorumlamak gibi bir niyetim var sizleri de okumak için her hafta beklerim. Okuyan gözlerinize sağlık.

 

ETİKETLER : #Ekranella , #YalıÇapkını
YORUMLAR




DİĞER HABERLER