Polisiye dizilerde bir çığır açan Danimarka dizisi Forbrydelsen’in Türkçe uyarlaması Cinayet başlarken, dizinin başarılı Amerikan uyarlaması The Killing’i unutmayın istedik.
İkinci sezonu sonrası iptal oldu, devam etti gibi çalkantılı bir dönem sonunda kendimizi The Killing’in üçüncü sezonunu izlerken bulduk. Üçüncü sezondan sonrası ise tarih tekerrür etti ve yine bir iptal kararıyla karşılaştık. AMC, bu defa diziyi gerçekten iptal etmişti. Dizinin iptal edilişine kendimizi artık inandırmışken Netflix’ten gelen “Durun! Daha son sezonu çekeceydik!” kararı ile The Killing küllerinden bir kez daha doğdu ve bu defa final sezon olacağı belirtilerek sevenlerine müjdeli haber verilmiş oldu. Kendi açımdan baktığımda ise ilk iki sezonun mükemmelliğine çok da yaklaşmayan üçüncü sezon sonrasında “olsa da olur olmasa da olur” hissiyatındayken çok da sevindiğim ya da üzüldüğüm bir haber olmadı.
Geçtiğimiz günlerde fragmanı yayınlanan ve izlediğim anda beni kalbimden vuran (Bu kadar iyi görüneceğini gerçekten beklemiyordum), Forbrydelsen uyarlaması Cinayet, Kanal D’de yeni yılda izleyicinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Fragmanı gördüğümde Forbrydelsen’in ABD uyarlamasından da söz etmesek olmaz dedim ve sizi Cinayet’e hazırlamak için The Killing’ten bahsetmeye karar verdim. Cinayet bir Forbrydelsen uyarlaması olsa da ve Forbrydelsen’le The Killing birçok açıdan farklılıklar barındırsa da her ikisini de izleyenleri “katili biliyorum!” diye ortalıkta dolaşabileceği, etrafa ‘spoiler’ korkusu salabilecekleri keyifli anlar beklediğini söyleyebilirim.
Gelelim The Killing’e, bizi Cinayet sebebiyle ilgilendiren ilk iki sezonuna.

The Killing Rosie Larsen’in gizemli bir cinayete kurban gitmesiyle başlıyor. Rosie, dışarıdan normal görünebilecek bir aileye sahip. Küçük kardeşleri, teyzesi, annesi ve babasıyla yaşıyor. İki sezon boyunca Rosie’nin nasıl bir kız olduğuna dair çevresi aracılığıyla birçok fikir edinebiliyoruz ama olaylar o kadar hızlı ilerleyip yön değiştiriyor ki Rosie için düşüncelerimiz hiç sabit kalmıyor, sonuna kadar emin olamıyoruz. Bir noktada o kadar içinden çıkılmaz bir hal alıyor ki Rosie’nin cinayetini mi yoksa onun vesilesiyle düğüm olan olayları mı çözmeye çalışıyoruz farkında olamıyoruz. Rosie, ölümüyle herkesin kendi gerçekleriyle yüzleşmesine sebep oluyor adeta.
Rosie Larsen cinayetinde iki dedektifimiz var. Biri Mireille Enos’un canlandırdığı Sarah Linden, diğeri ise Joel Kinnaman’ın hayat verdiği Stephen Holder. İkisi de şahsına birbirinden münhasır karakterler ve o kadar gerçekler ki ilk bölümden kendinizi aralarında yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Linden’ın işini nasıl içselleştirdiğini Holder’ın hem eğlenceli hem de duygusal tarafını farkettiğinizde bu ikili gözünüzde büyüdükçe büyüyor. İçinde birçok ortak barındıran dizi izlediğimi söyleyebilirim ama Holder ve Linden gibi birbirlerini tamamlayan bir elin parmaklarını geçmez. Cinayetin izini sürmelerinden tutun aralarındaki muhabbete varıncaya kadar her şey o kadar doğal geliyor ki izlerken, ekran sanki bir kapı, siz de her an içinden geçecekmişsiniz gibi.

Rosie’nin ailesine geldiğimde ise söylediğim gibi dışarıdan bakıldığında babası annesi işinde gücünde, kardeşleri okulunda yaramazlık peşinde, teyzesi de onlarla yaşayan ve onlara yardımcı olan sıradan bir aile imajı çiziyorlar. Rosie’nin cinayete kurban gitmesiyle ailedeki gizemler, halının altına süpürülen ne varsa bir bir ortaya çıkıyor neredeyse. Cinayetle bağlantılı olabilecek geçmişleri, ilişkileri ve bununla yüzleşmeye hazır olmayışları Rosie’nin cinayetinin çözülmesini de epey zorlaştırıyor. Rosie’nin kederi ailenin üzerine bir karabulut gibi çöküyor, üstü örtülen bütün problemlerin çıkmasını sağlıyor. Aileyi birlikte tutanın her zaman hep birlikte olmaları olduğunu anlıyorsunuz izlerken.

Darren Richmond, yardımcıları Gwen Eaton ve Jamie Wright. Richmond’un başkanlığa oynadığı dönemde patlak veren bu cinayet herkesin ilgisini çekince Richmond da bu olayın içine çekiliyor. Rosie’nin cesedinin kampanya arabalarının birinde bulunmasıyla aralanan sır perdesi, bir kapanıyor bir açılıyor derken Rosie’nin ailesi gibi Richmond’un ve yardımcılarının derinlere gömdükleri sırları ve ilişkileri teker teker dökülüyor. İşlenen cinayet, bir başkan adayı olan Richmond’un da işin içine girmesiyle daha da ilgi çekici hale geliyor ve magazinleşiyor. Bu cinayet davasına angaje olmuş herkes gibi Richmond ve yardımcılarının da hayatlarında büyük değişimler oluyor. Öyle ki Richmond’un yaşadıkları hayatının artık eskisi gibi olmayacağını hepimize gösteriyor.

The Killing, gerek çekildiği yerin (Seattle) karanlık ve puslu ortamıyla, gerek oyuncularının karakterleri başarılı ve olabilecek en gerçekçi şekilde yansıtmasıyla sevenlerinin gönlünde ayrı bir yere sahip. Yazının başından beri vurguladığım üzere bu dizinin içinde en ufak bir abartı veya yapaylıkla karşılaşmıyorsunuz. Karakterler, o alışılan dizi mantalitesinin aksine makyajları ve de kıyafetleriyle size mükemmelliği değil, gerçekliği vadediyor. Rosie’ye ailesi ile birlikte üzülüyorsunuz, dedektiflerle beraber olayın peşinden koşturuyorsunuz ve sonunda hiç umulmayacak şekilde katille empati bile kuruyorsunuz.
The Killing’in üçüncü sezonunda ise dedektiflerimiz haricinde ilk iki sezona dair hiç tanıdık yüz yok diyebiliriz. Sokaklarda seks karşılığı para kazanarak hayatını sürdürmeye çalışan genç yaştaki kızların seri cinayetinin konu alındığı üçüncü sezon, diyaloglar, oyuncular ve mekanlar bakımından negatif yönde bir değişiklikle karşımıza çıkmış olmasa da senaryosun ilk iki sezon kadar derin olmayışı sebebiyle beni hayal kırıklığına uğratmıştı.
Eğer cinayet senaryolarına meraklıysanız The Killing sizin için en iyi seçenekler arasında. Kanal D’de başlayacak Cinayet ise gerçekçi fragmanı ve ustaca oluşturulmuş castı ile umut vadediyor. Zehra Kaya adıyla Nugül Yeşilçay, Yılmaz Seyhan adıyla Engin Altan Düzyatan iki ortağı canlandırıyor. Maktul kızımız Gonca’nın annesi Goncagül Sunar, babası ise Ahmet Mümtaz Taylan’ın oyunculuğu ile hayat bulacak. Gonca ise Alicia Kapudağ tarafından canlandırılacak.

Bazı yerlerde Cinayet için Arka Sokaklar benzetmesi bile yapılmış. Forbrydelsen ve The Killingizleyenler için bu benzetme komik olduğu kadar alakasız da. Eminim Cinayet başladığında yabancı versiyonlarını izlemeyenler için de bir o kadar alakasız ve komik gelecek. Cinayet, her bölüm başka bir vakanın çözümlemesi değil, tek bir cinayetin konu alındığı bir uyarlama olacak. Bir tek bu gerçek bile diziyi Arka Sokaklar’dan ayırmaya yetecek en keskin çizgi.