Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Şaşıfelek Çıkmazı: Ne güzel komşumuzdun

Üç gündür aralıksız Şaşıfelek Çıkmazı izliyorum, çünkü izlemeyip de ne yapacaktım? Test edilip onaylanmış akıl sağlığını koruma metotları varsa onlara sıkı sıkı sarılmalı insan bazı zamanlarda, benim yöntemlerimden birisi de Şaşıfelek Çıkmazı izlemek. Yatmadan da Harry Potter okuyorum, dün Çağlar Boyu Quidditch okudum uyuyabilmek için ama konumuz tabii bu değil.

İçimden gelen “Şaşıfelek Çıkmazı dünyanın en güzel dizisidir,” deyip bir köşeye geçmek aslında ama, bu kadar iddialı konuşacak değilim. Gayet objektif olarak söylenebilecek bir gerçek var ama tabii, o da böyle bir dizinin bir daha çekilmesinin çok zor, neredeyse imkansız olduğu.

Bir kere hepsini bir araya getirmenin mümkün olacağı bir kadro değil, aralarında bir tane boş geçilmiş olanı yok. Bir kişinin de oynadığı sahne “Oehh bu ne ya?” dedirtmiyor, kanal değiştirtmiyor (Youtube’dan izlediğim için ileri aldırmıyor, demem lazım aslında).

Sonra dizideki her şey çok basit görünüp, aslında muazzam. Zaten bir diziyi, filmi, kitabı, oyunu güzel yapan tam da bu değilse nedir? Sanki beş dakikada yazılıp, on dakikada çekilip tamamlanmış hafifliğinde, uçuşurluğunda, ama aslında her cümle bir efsane, her diyalog muazzam. Kemal Bey’in bahçesindeki o üstünde plastik örtü olan masada edilen her kahvaltıya gidip çay doldurmuşuz gibi oradayız, Saadet bahçesini sularken hortumun bir ucu da bizde, Cesur Ceyda’yla öpüşürken Seda görmesin diye sokağın köşesini izleyen biziz, Aysel’le İnci çaktırmadan evden çıkarken ev halkına yalan söylemek bizim görevimiz. Bütün bunlar öyle acayip bir doğallık içinde oluyor ki, üst üste iki bölüm izledikten sonra gerçek ikamet adresini unutmak çok normal.

Dizideki bütün oyunculuklar harika, ama bence esas mevzu Aysel, yani Derya Alabora. Öyle ki, Derya Alabora’nın yerine Lale Mansur’un oynadığı bölümler dizinin en sıkıcı, izlemesi en zevksiz bölümleri, ve bunun aslında Lale Mansur’la zerre alakası yok. O ne yaparsa yapsın, Aysel olmaz, olamaz. Çünkü Aysel adeta Derya Alabora’ya baka baka yazılmış, onun içinden çıkmış bir kadın. Aysel muhakkak kızıl kıvırcık saçlı olmalı ve kızınca öyle bağırmalı. Üzerinde dünyanın en sıradan elbisesiyle depresyondan çıkma metodu olarak reçel yaparken ve evli bir doktora çok aşık olup kendini dağıttığında Saadet’e sığınmışken, tabii ki Derya Alabora’dan başka hiç kimse oynamamalı.

Dünyanın en güzel sahnesi.

Dizinin bir diğer kadını, Zuhal Gencer’in oynadığı İnci’dir, ki aslında zaten bütün dizi İnci ve Aysel üzerindendir temelde ve birini severken öbürüne kızsanız da, o ikisini ayrı ayrı düşünmek mümkün değildir. İnci, Aysel’e göre çok daha mantıklıdır ve Aysel duygularıysa, o da aklı temsil eder. Buna rağmen, kendisine türlü çeşitli imkanlar sunan ve kızının da çok sevdiği çocukluk arkadaşıyla, ona aşık olmadığı için evlenmeyecek kadar duygusaldır aslında ve bunu ‘kendi ayaklarımın üzerinde durmadan kimseyle olamam’ diye açıklar. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışan, iş bulan, iş kuran, kendine ayrı ev tutan ve ailesinden ayrı, kızıyla bir yaşam mücadelesi vermeye çalışan hep İnci’dir. Bunda kumandan babasıyla arasının kötü olmasının da çok etkisi vardır tabi. İnci’yle Aysel’i izlemek, şahane bir kadın dostluğuna üçüncü olmak gibidir bir nevi. Sadece arkadaşlıkları değil, kavgaları da boldur ve gerçekçidir çünkü. Zaten Şaşıfelek Çıkmazı’nda herkes öyledir. Kusursuz aileleri ve dostlukları değil, gerçek insanları izleriz hep.

Dizide herkes aşıktır bir de. Aysel ve Cesur’un babaları Kemal Bey bile onca yaşına ve ailenin karmaşık haline rağmen aşık olmuş, üstüne sevdiği kadınla çat diye evlenmiştir kimseye aldırmadan. Cesur, tutar 18 yaşına kadar sevgili olduğu Seda’nın kardeşi Ceyda’yla evlenir. Seda da boş durmaz, sucuların oğlu ile evlenir, üstüne bir de çocuk yapar. Seda’nın hamile olduğu gün karnındaki bebeğine ‘Cesur ile bir daha asla bir araya gelemeyeceğimi aklımda tutmak için varsın sen’ temalı konuşması, izlediğim en gerçekçi aşk sahnelerinden biridir mesela. Çünkü gerçek hayatta nasıl insanları yarım saatte unutup, aşırı gururumuzla mutluluğa koşamıyorsak, Şaşıfelek Çıkmazı’nda da bu böyledir. Olaylar gerçeğe en yakın şekilde seyreder.

Vodafone reklamlarında gördükçe nedense içimde adeta bir hüzün olan Fikret Kuşkan da dizideki en şahane karakterlerdendir. Lale Mansur’un Aysel olarak diziye girdiği dönemde, Cesur da Ruhi Sarı olarak değişmiştir ki Ruhi Sarı’ya bayılmama rağmen hiç olmamış tabir edilecek bir bölümler serisidir o kısımlar. Çünkü alabildiğine serseri, ama aslında küçücükken kaybettiği annesinin yerine ablası Aysel’i koymuş, bahçe komşuları Seda’yla ilk aşkını yaşamış saf bir çocuk olan Cesur, Fikret Kuşkan’dan başkasının oynamasına dev kapalıdır.

Şaşıfelek Çıkmazı’nı şimdiye kadar izlediğim tüm dizilerden en çok ayıran şey, hiç zorlanmadan elde edilmiş o doğallığı. Gazetelere sayfa sayfa “makyaj yapmadan oynuyorum” haberleriyle çıkmakla filan kazanılan bir durum değil maalesef doğallık. Her dizi, her oyuncu doğal olacak diye bir durum da yok tabii. Gayet abartılı konuları ve hayatları da ayıla bayıla izlediğim oluyor şahsen. Ama işte, kırk yılda bir Şaşıfelek Çıkmazı gibisini bulunca da, dön dolaş bin defa izlesem sıkılmıyorum. Tabii buna Mahinur Ergun etkisi de denilebilir. Aynı zamanda Çağan Irmak’ın da ilk işlerinden birisi. Bir bölümünde kendisinin de doktor rolünde görünmüşlüğü var. Keşke tüm bölümleri tekrar yayınlansa. Şimdilik elimizde 59 bölüm var, eksikliklerini görmeyelim. İyi seyirler.

Not: Şaşıfelek Çıkmazı'yla ilgili bir yazı daha var, Oben Reggio imzalı. 

 

1 2 3
Zeynep Gönenli
25/07/2015 21:55
YORUMLAR




DİĞER HABERLER