Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Televizyonun demokratik çerçevesinden Sen Çal Kapımı analizi

Çok uzun zamandır televizyonda seçme özgürlüğümüzü savunan bir yazı kaleme almak istiyordum. Defne Akman’ın yine Ekranella’da çıkan ve yaz dizilerine övgü hakkını kullandığı yazısı tam da öyle bir zamanda yayınlandı. Romantik komedilerin, salgın, ekonomik daralma ve işsizlik arasına sıkışmış hayatlarımızı nasıl hafiflettiğini o kadar iyi anlatmıştı ki okuyan herkes için konu kapanır diye umuyordum. Yeni başlayan sezonla birlikte belli oldu ki başkasının izlediği işi aşağılama, birinin izlediği iş üzerinden onun hayatı, kültür seviyesi, eğitimi hatta kişiliği ile ilgili ahkam kesme cüreti bitecek gibi görünmüyor. 

Sevgili bir takım izleyici, yeterince anti demokratik alanlara sıkışmamışız gibi neden ve hangi sebeple televizyondaki tercihlerimize karışmaktasınız diye sormak isterim. Haftanın yedi gününde çeşitli türlerde izleyiciye alternatif diziler sunan onlarca özel kanalımız var. Bu çoğulculuğu desteklemeniz gerekirken neden belli tür ve içeriklerin izlenmesi konusunda ısrarcısınız? Sizin izlemiyor olmanız o diziyi kötü yapmadığı gibi, izleyenleri aşağılama hakkı da vermez. Tepkinizi kanalı değiştirmekle sınırlandırmayı artık öğreniniz. Hatta hazır eliniz değmişken başkalarının hayatları, seçimleri ve görünüşleri üzerinden yargı dağıttınız o profillerinize de bir çeki düzen veriniz. Eleştirebileceğiniz şey; üründür, fikirdir, eylemdir, kaldı ki herhangi bir ürünü, fikri ve ya eylemi ben bunu beğenmedim diyerek de eleştiremezsiniz; temellendirmek, sebeplendirmek, örneklendirmek zorundasınız. Her defasında izleyicileri önceleyen ve yapım şirketlerini izleyicilerini asla aptal yerine koymamaları için uyaran yazılar yazdığım bu köşeden ilk defa izleyiciye sesleniyorum, kimse size seçimlerinin hesabını vermek zorunda değil. 

Bir televizyon ürünü olarak Sen Çal Kapımı için yapılan dişe dokunur eleştiriler bulmaya çalıştım. Madem yaz dizisi diye başlayan her iş, her sene beraberinde bir sürü tartışmayı getiriyor neymiş bu büyük sorun bir bakayım istedim. Klişe senaryo, bilindik karakterler ve öngörülebilir biçimde ilerleyecek hikaye tartışmalarından öte bir şey bulamadım. Eleştirinin kendisi de kalıplaşmış, dizinin haberi yapılan her sayfanın altında kopyala yapıştır üç beş cümleye dökülmüş yorumlardan ibaret; çok sıkıcı ve herhangi bir fikir zenginliğinden uzak. Bildik tanıdık bir hikayenin konforu içinde, gündelik hayatın kaosundan bir süre uzaklaşmak isteyen izleyicinin keyfini kaçırmaya değecek tek ama tek bir tane sağlam eleştiri yok. Kaldı ki karantina sırasında ruh sağlığımız açısından tanıdık ve bildik alanlarda olmanın, güvendiğimiz ve sevdiğimiz kişilerle vakit geçirmenin önemi üzerine yüzlerce makale çıktı. İnsanların belirsizliğe tahammülsüzlüğü ve alışkanlıklarında huzur araması anlaşılabilir bir tepki, haliyle izin verirseniz, her hafta gerilmeyi tercih etmemenin ve neşeli bir iş seçmenin hesabını size vermeyelim.

Hesap sorma alışkanlığı o kadar hadsiz bir hal aldı ki ülkenin bütün travmalarının üzerine yürüdüğünü bildiğim insanlara bile televizyon ve izlediği diziler üzerinden “farkındalık” dersi vermeye kalkanlar gördüm. Bu kişiler televizyon ve sanatın farkını henüz idrak edemediği için asıl gülünmesi gerekenin kendileri olduğunun bile farkında değiller. Kamusal sorumluluğunu almayan kurumlara, bazı sanatçılara, sanatın bazı kolları örneğin varoluş sıkıntısından çıkamayan sinemaya yüklenmeye cesaret bulamayanların, ellerinin altındaki, gözlerinin önündeki bir kutudan tüm hınçlarını çıkarmaya çalışmalarını bir yere kadar anlıyorum. Bu uzun tartışmaya girmeyeceğim ama şundan emin olun ki, örneğin, televizyonda kadına şiddet konusunda artan bir duyarlılık varsa bunun sebebi diziler ve senaristler değil, sebebi, son beş senede ülkenin her yerini maddi imkansızlıklara rağmen karış karış gezen fotoğraf sergileri, paneller ve tiyatro oyunları, sanat ve özverili sanatçılar ve tabii onlara sessiz sedasız destek olan ticari şirketler. Siz köşe koltuğunuzdan tweet atarak dünyayı kurtardığınızı, hatta doğru işi izleyerek büyük bir devrim yaptığınızı sanabilirsiniz ama size kötü bir haberim var; hayat hala sokakta, toplum deneyimlenerek öğreniyor, kalkıp harekete geçenler ve bu uğurda bedeller ödeyenler sayesinde değişiyor. Görmek için sokağa çıkmalısınız çünkü the revolution will not be televised. 

Sen Çal Kapımı’nın yapımcıları da senaristi de dünyayı kurtarmış gibi davranmıyorlar. Kadın karakterlerin özellikle de Eda’nın kendine has dirayetini ve gücünü kullanıp, onu televizyonun son kahramanına çevirmiyorlar. Gösterişsiz ve sakin bir dille kadının toplumsal konumu üzerine dönen tartışmalara selam çakarak, küçük ama çok değerli bir destek veriyorlar. Benim gibi televizyona çok ulvi anlamlar yüklemeyen biri için bu tür minik adımlar çok daha önemli hale geliyor. Sen Çal Kapımı bizi görmek istemediklerimizi yok eden büyücülere inandırsa yeter.

Beni en çok heyecanlandıran detaylardandı Serkan’ın sihirbazlık merakı. Bu merak da, Eda’nın çiçekçi dükkânına girdiğinde tutan alerjisi, Serkan’ın sağlıklı yaşama olan düşkünlüğünün sebebi, Eda’nın spor araba kullanmayı nerede öğrendiği sorusuyla birlikte unutuldu gitti. Halbuki, bu ayrıntılar nasıl karşıma çıkacak diye ilgiyle izlemeye başlamıştım diziyi. Senaryoya yerleştirmeyi hatırladıkları ise tam bir hayal kırıklığı oldu; örneğin, Eda’nın arabasına o kadar çok vurgu yapıldı ki alelade biçimde tamir edilmiş olmasını hala kabullenemiyorum. Aynı şekilde Eda’nın kamyon arkası yazısı merakının da tek bir sahne için tasarladığına inanmak istemem. Nasıl bir sahnede kullanacaklar ve bana “ah, tam da yeri ne güzel oldu” dedirtecekler diye beklediğim her şey hala öylece duruyor. Ektiğiniz tohumları toplamayı unutursanız bizi hiçbir şeye inandırmazsınız. 

Green Card (Yeşil Kart) en sevdiğim romantik komedidir. İzlemeyenler için daha fazlasını yazmayacağım ama film boyunca adı geçen bir kremin filmin finalinde nasıl kullanıldığını gördüğümden beri tüm romantik komedilerden beklentim, seyirciye gösterdikleri en ufak detayı o ilişkiyi anlamlandıracak biçimde kullanmalarıdır. 

Aynı filmde Andie McDowell’ın oynadığı Bronte Parrish de bahçe uzmanıdır. Genç kadının bahçelere olan tutkusu Gérard Depardieu’nün oynadığı George Faure ile olan ilişkisinde öyle özel bir yere konumlanır ki filmin bir parçası haline gelir. Eda’nın bahçe tutkusunun hikayeye en ufak katkı sağlamadığını görmek ise üzücü. Esasen, mimarlar ve peyzaj mimarları profesyonel olarak büyük bir çatışma halindedir. İzleyiciyin, Serkan’ın bahçeyi ayrı anlam taşıyan değil de kendi tasarımının bir parçası olarak gören profesyonel egoya sahip bir adam olduğuna inandırmak çok kolay olurdu. Bu durum, iki karakter arasında müthiş bir çatışma alanına dönüşürdü. Ben Eda’yı, Serkan’ın projelerinden biri için kesilecek ağaçları savunurken görmek ister miydim, evet. Eda’nın işini ayrı bir disiplin alanı olarak kabullenen Serkan’ın, yolda yürürken gördüğü her ağacın latince ismini, (peyzaj mimarları bitkilerin latince isimlerini kullanırlar) Eda’ya sormaya başlaması anlamlı olur muydu, evet. Yaratılacak onca romantik an, onca çatışma varken, niye bunu da atladınız diye hayıflanıyor muyum, evet.

Profesyonel kimlikler hikayenin bir parçası haline geldiğinde doğru kullanılması da gerekir. Büyümeye çalışan bir holdingin başındaki Alptekin’in tüm alt yüklenicileri denetleyememesini ve istinat duvarının çökmesinin taşeronun eksik imalatına dayandırılmasını anlamakla beraber, bu ihmalin neticesinde sadece Eda’nın anne ve babasının hayatını kaybetmesini fazla zorlama bulduğumu belirtmek isterim. Yaşanan bir sel, toprak kayması veya deprem sonucu birden fazla konutu etkileyen çökmeye bağlı kaza bana daha inandırıcı gelirdi. Hatta belki Eda’nın ailesinin yazlığı bile Bolat’ların holdinginin erken dönem imalat hatalı binalarından olabilir ve depremde yıkılabilirdi. Hikayeyi 1999 depremine göre ayarlamak Eda’nın yaşını da ona göre yazmak zor olmasa gerekti.  Diziyi daha sağlam yapacak onca detay havada asılı duruyor ama bu yazıyı yazmak için nasıl 13 bölüm beklediysem, hikayenin toparlanması için de beklerim. Umuyorum ki 13. bölüm itibariyle reyting yarışında hafif bir darbe alan dizinin yapımcısı, yönetmeni ve senaristi, biz ekranda tatlı bir aşk hikayesi izlemek isteyen izleyicilerin bu biricik seçeneğine yeterince özen gösterirler. 

Görebildiğim kadarıyla Sen Çal Kapımı izleyicisi kendi dizisinin aksayan yönlerinin gayet farkında. İzlediği işi eleştirecek kadar gerçekçi olan kimsenin fazladan akıl almaya ihtiyacı yok, zaten asıl sorun yüksek reytingli diğer işlerin üzerine aynı cesaretle gidilmemesi. 

Her ne kadar televizyonda her konunun işlenebilir olduğuna inansam ve çeşitliliğin televizyondaki demokratik alan için önemli olduğunu düşünsem de örneğin psiko-dramın bir sınırı olduğuna inanıyorum. Bu türün son dönem yüksek reyting alan örneklerinden Kırmızı Oda için yine bu sitede çıkan Yiğit Karaahmet imzalı Bir Terapistin Banka Defteri yazısını tavsiye ederim. Şaşırarak görüyorum ki bu dizi etik anlamda çok daha sorunlu olmasına rağmen Sen Çal Kapımı kadar tartışılmadı, bunu anlamakta zorlanıyorum.

Sen Çal Kapımı’nın yayın dönemine göre cesur olduğu konular var. Günümüz sosyo-politik iklimi gereği, diziler başrol kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi mutlaka resmileştirme gereği duyuyor, parmaktaki yüzük senaryodaki yakınlaşmaları meşrulaştırma aracı olarak kullanılıyor. Geçen sene yazdığım Zalim İstanbul’da en etkilendiğim dönüşlerden biriydi, Cemre’nin Cenk’le evli olduğu süre boyunca aynı odada kalmaları sorgulanmazken yüzük parmaktan çıkar çıkmaz iki insanın birbirine mahrem hale gelmesi. Sen Çal Kapımı’da ise tam tersi oldu; Eda ve Serkan’ın sahte nişanlılıklarını açıkladıktan sonra birliktelik yaşamaları televizyonun tüm iki yüzlü manevralarına keyifli bir serzeniş. Eda gibi özgür bir kadının herhangi bir akde ihtiyaç duymadan, kendi bedeni üzerinde karar almasının bu kadar özensiz çekilmesini ekibin yaptıkları işin bilincinde olmamasına bağlamayı ise hiç istemiyorum. Ne o perdelere gerek vardı, ne mumlara, ne de dekora… 

Bundan sonra yapılacak tek şey daha cesur olmaktır. Bizi hayal edemediğimiz yollara sokmak, beklediğimiz düğümler atmak elinizde. Konforlu ve tanıdık diye başladığımız bu hikayede bizi sürükleyeceğiniz heyecanlara hazırız, reytingse reyting. Artık televizyonu sadece bir aşk hikayesi izlemek için açanlara karşı sorumluluğunuz var. Bizi yarı yolda bırakmayın…

Yolunuz açık olsun…

URBAN FRINGE







YORUMLAR




DİĞER HABERLER