Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Bir ‘Kiralık Aşk’ vardı

Bir yaz günü evde çok kalın bir bornozu pijamasının üzerine geçirmiş, ağlayarak terleyen bir ayaklı bunalımın neredeyse kaynar derecede içtiği suyu tam tükürdüğü anda tanıştığı bir diziyi anlatacağım size: Kiralık Aşk.

Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış birini etkileyen ilk faktör kızıl olmasıydı esas kızın. O ben ve kızıllık arasında ayrı bir meseledir. Esas kızı izlerken yavaş yavaş soyunmaya başladım. Olaylar erotik bir yere gitsin isterdim ama çok kalın giyinmiştim. En sonunda normal bir seviyeye geldiğimde çoktan Defne’yi, Ömer’i, Koray’ı, Neriman’ı, Sinan’ı, Yasemin’i tanımıştım bile. Bir gün bu kızıl kızla tanışmak zorundayım, belki ona teşekkür edebilirim dedim. Bu benimle insanların çift yaratılması arasında bir meseledir.

Kiralık Aşk romantik komedi olarak başladığı televizyon hayatına “dram ve biraz şakalar” türünde devam etmiş bir dizidir. İlk bölümleri ne ile motive edildiğini çözemeyeceğiniz kadar ‘öl de ölelim, vur de vuralım’ bir ekibin yönetmeniyle, senaristiyle, oyuncusuyla, yapımcının diziye aşkıyla öyle bir yere gelmiştir ki bugün “Diriliş de ne reyting alıyor be,” dediğimiz reytingi yazın tam da hafta bitip de dışarı çıkmalık, sokaklarda gezmelik cuma gününde almıştır.

Elementleri çok sıradan Kiralık Aşk’ın. Güzel ve eğlenceli bir kadın, yakışıklı olmasının yanında kibarlığı ve entelektüel seviyesiyle de klasik bir Türk erkeğinin canını çok sıkabilecek bir esas adam, eğlenceli ve tanıdık bir sıcaklıkları olan arkadaşları, asistan-patron ilişkisinin aşka dönüşecek olmasının verdiği heyecan, fakir kız zengin oğlan, büyük bir sır ve çekirdek. Böyle bir hikayenin sonunda da Ömer meğersem tuzlukmuş diyemezsiniz, en klasik sonu beklersiniz. İşte Kiralık Aşk yayın hayatına tam da bu tanıdık hikayeden kopmaya çalıştığında, yayın hayatı da sonlandı. O “tanıdık” sıcaklık ve belki klişe mlişe seviyorum işte dediğiniz hikayeden uzaklaştığında, itildik.

90 dakika diye isyan edip durmayın demişti bir oyuncu, “öyle deyince daha da uzatıyorlar”. Şimdi iki buçuk saat kemiksiz kuşaksız dizi izliyoruz. Bir senaristin ara vermeden 52 bölüm yazması nereden baksanız delilik. Fakat bazı şeyler var ki asla taviz vermemelisiniz bu durumda bile. Fanlar, ki kendileri sosyal medyada diziyi konuşturur ve popülermiş algısını yaratır, bu ülkedeki kurulu reyting sistemi içinde hiç de etkili olmayan bir kitledir. Onlar istedi diye karakter çıkaramaz, sahne yazmamazlık yapamaz ya da onlar istedi diye bir karakterin üzerine çok fazla oynayıp suyunu çıkaramazsınız. Hikayenize, planlarınıza sadık kalmalı ve sonuna kadar savaşmalısınız. “Bana yanlış yoldasın diyenlerle aynı yolda karşılaştım” çok sevdiğim bir alıntıdır, o yolda yorulmaya daha da değer böyle olunca. Diziyi ilk 13 bölüm Türkiye’nin en çok izlenen ve konuşulan dizilerinden biri yapan her neyse aynen devam edilmeliydi, bu kadar kolay aslında.

Büyük bir sır vardı ortada, dizinin gerilim noktası buydu. İlk bölümler Ömer öğrenir mi diye değil, nasıl daha iyiye götürebilirim derdine düştü Defne. Sonra ona aşık oldu ve itiraf etmek istedi. Elçin Sangu ve Barış Arduç öyle bir uyum içindeydi ki bazıları bunun gerçek olduğuna bile inanmak istedi. O noktada seyirci Defne’yi bin kere affetti ama Ömer’den de şüpheliydi. Defne’yi ben televizyonu açıp beşinci bölümü gördükten sonra hızlıca en başa dönüp izlediğim bölümde affettim. Ömer baksan benden aşık ama işte gurur, parası ödenmiş yemekli düğün, henüz takı töreninin yapılmamış olması, iki ayrı gelinlik satın alınması, Defne’yle cinsel hayatlarının ters dönmüş kurbağa çaresizliği gibi detaylar sebebiyle büyük bozuldu. Biz bunu biliyorduk, itiraf edeceğine ve öğreneceğine emindik ama dizinin başına gelmiş en iyi şeylerden biri olan Şenol Sönmez, Defne’nin itirafını kısa ama derinden işlemiş Meriç Acemi, hayatının en utanç verici anını yaşıyormuş gibi oynayabilen Elçin Sangu ve artık beynini, kalbini durdurmuş halde yürümeye devam ederek herkesten, her şeyden nefret ettiğini ve oturup ağlayamayacak kadar şokta olduğunu sadece mimikleriyle veren Barış Arduç bu sahneyi ölümsüz kıldı.

İşte bu kırılım noktasında Kiralık Aşk ekibi bir karar almalıydı, yeni gerilim noktamız nedir? Bakalım kavuştular mı kavuşmadılar mı desek çok dram. Üstelik seyirci bu ikiliyi ayrı görmek istemiyor. Ama seyirci ne var ki yasak aşkı, üçüncü kişileri de seviyor. Sezon açıldığında kalbi esas kırılmış, bu küslüğü asla bitirmek istemeyen Ömer olmalıydı diyordu bir çok kişi. Belki. Ama bin kareyi yan yana koyduğunda Defne’nin kötü niyetli olmadığını da anlamalıydı. Onu nikahı kıyıp sonra terk etmek ve böylece hem umut verip hem ikinci kez ayaklarının altından dünyayı çekmek çok kırıcıydı. Defne de kırılmalıydı evet ama bu derece değil. Bu küslük çabuk biterdi, kesinlikle bir gerilim noktası daha olmalıydı. Üçüncü kişiler! Defne’nin sezon açıldığında bir sevgilisi olmalıydı, Ayşegül sevmiyor muydu Poyraz’ı? Defne de Pamir gibi biriyle tekrar başlamaya çalışmalıydı. Ömer buz gibi bir adama dönüşmeli ama Defne’yi biriyle görüp içten içe delirmeliydi.

Yan karakterler bu dizinin can suyuydu. Team çekirdek diye kodladığımız Nihan, Serdar, İsmail ve Defne’nin kendi aralarında ve başkalarıyla kırk ayrı hikayesi dallanıp budaklanabilirdi. Nihan ve Serdar’ın ikili ilişkileri, İsmail’in aşk hayatının yanında belki ailesi ile ilgili bilinmedik detaylar, Defne ile bir yıl boyunca yaşadıklarının peyderpey gösterilmesi gibi bir ilerleyişte zaten çok yetenekli ve bu dizinin kaldıraçlarından bu ekibe düşen de “Defne, Ömer’in en sevdiği kahve makinesine şalgam dökmüş, toplanıyoruz”dan daha fazlası olurdu. Sanem Yeles, Osman Akça ve Kerem Fırtına bu dizinin ustalarından öğrendi ve bize çok şey öğretti: Efendi efendi nasıl parlatılır bir rol. Üstelik zaman zaman yanlış cast tercihleri, şöyle bir denenmiş ama sonra olmadığı anlaşılınca bakkala diye çıkıp bir daha dönmemiş karakter ile çokça haksızlık yapıldı Kiralık Aşk’ta. Nergis Kumbasar gibi zerafetiyle efsaneleşmiş bir kadının gıybet makinesine dönüştüğüne inanmak da Koray’la arkadaşlıklarına bu derece inanıp sevmek de çok zordu ama başardılar. Sonrasında ise özensiz yazılan sahnelerle kaç kadeh kırıldı bu minnak gönlümüzde. Adım adım dizinin en eğlenceli karakterlerini sıradanlaştırdılar. Çok iyi bir oyuncu olan, gözleriyle oynayan Hande Ağaoğlu’nun canlandırdığı Mine karakterinin tadına doyulmazken onun bir karakter olduğunu unutup figüranlaştırdılar. Necmi’yi canlandıran Levent Ülgen’i en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Türkan Teyze’ye hayat veren Hikmet Körmükçü Ferdi Merter’le harika bir partnerlik kuruyordu ki o planlar da suya düştü. Ne garip ki Sinan hiç değişmedi. Bize eski günlerden hiç mi hiç değişmeyen üç karakter kaldı; biri Sinan, biri Derya, biri de Sadri Usta. Rahmetli Ayberk Attila öyle naif, öyle parlayan yıldızıyla belki çocuklarını gölgeler diye korkarak sakin sakin oynuyordu ki unutmak mümkün değil. Sesi masal, yüzü çok dokunaklı bir hikaye gibiydi. Her ne kadar Kerem Fırtına ile harika bir ikili oluştursalar da Sadri & Ömer ilişkisi eskisi gibi devam etmeliydi. Bazen daha evvel yazılan yol üzerinde unutuluyormuş gibi geliyor. Defne’yi sevdiğini, onunla evlenmek istediğini koşa koşa Sadri Usta’ya haber veren Ömer sonraları unuttu onu sanki. O da değişmişti, özellikle bir dönem maçoluğu kıroluğa koşar adım taşımak üzereydi ki döndürdüler sağ olsunlar. Defne’nin en iyi arkadaşı olup da Türkan Teyzesine “Defne’yi yiyollaaağ Türkan Teyze,” dediğinde ağzımızda yaprakla koala gibi kaldığımız Nihan karakterini şükürler olsun ki döndürdükleri gibi…

Tüm bunlarla, hatalarıyla da bir efsaneydi Kiralık Aşk. Aşırı orjinal fan kitlesiyle, sıcak oyuncu kadrosuyla, altında yatır bulunan yönetmen koltuğuyla, bazen saç baş yolduran bazen de en sıradan sahneyi bile ölümsüz hale getiren senaristiyle hem bir efsane, hem de çok büyük bir ekran dersi. Bir yaz dizisinin dahi yeterince özen gösterilirse nerelere gelebileceği, ne kadar yükselebileceği, inat ve ego ile listelerden düşebileceğinin en müthiş örneklerinden biriydi Kiralık Aşk.

Bir kış günü evde çok kalın bir bornozu pijamasının üzerine geçirmiş, burnunu çekerken titreyen bir duygusal serserinin neredeyse kaynar derecede içtiği çayın tam son damlasını yudumlarken bitirdiği bir diziyi anlattım size: Kiralık Aşk.


ETİKETLER : kiralık aşk , ekranella
YORUMLAR




DİĞER HABERLER