Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Muhteşem Yüzyıl’da içerisi ve dışarısı arasındaki ilişki

Sarayın Dışında İktidar Temsilleri

Sarayın kendisi bir iktidar merkezidir ancak bunun dışında kalan alanlarda da iktidarın varlığını hissettiren ve bu varlığın korunmasını sağlayan kişiler ve küçük saraylar vardır. Bu kişiler ve mekânlar, iktidarın sınırlarını genişletmesini sağlar ve böylece saray dışındaki gelişmeler, iktidarın kontrolü altında tutulur. Kişiler üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda, Matrakçı Nasuh ve Şeker Ağa’yı sarayın dışarıdaki temsilcileri olarak ele alabiliriz. İçerden dışarıya, dışarıdan da içeriye rahatlıkla gidip gelebildikleri için saray duvarları dışındaki sahnelere daha çok bu karakterlerin aracılığı ile çıkıldığı söylenebilir.

Matrakçı Nasuh3, minyatürcüdür ve Süleymannâme yazma düşüncesi içerisinde bir Osmanlı aydınıdır. Pargalı İbrahim 2. bölümde tebdil-i kıyafetle yaptığı çarşı teftişinde Matrakçı Nasuh’un bir esnafın çatısında bir şeyler çizdiğini fark eder ve Matrakçı ile tanışmak istediğini söyler. Matrakçı, İbrahim’in yanına geldiğinde “Seni gözüm bir yerden ısırıyor,” der sonra da “Seni çizdim ben,” diye hatırlar. Ama İbrahim kimliğinin açığa çıkmaması için konuyu değiştirir. Daha sonra İbrahim, Matrakçı Nasuh’u Sultan Süleyman ile bir yetenek ustası olarak tanıştırır. Matrakçı Nasuh bu bölümden sonra çarşı ve saray arasında gelip gider. Ancak dışarıda, sınırın içinden bir temsilci olarak değerlendirilebilir, çünkü Matrakçı, asıl olarak “içeriye” mensuptur. Onu çarşı ahalisinden biri olarak göremeyiz çünkü o Osmanlı’nın aydın zümresindendir ve bu yüzden de iktidar tarafından korunmaktadır.

Matrakçı Nasuh ve Şeker Ağa çarşıda.

Şeker Ağa ise saraydaki harem mutfağının aşçıbaşısıdır. Çarşıda en çok görülen saray çalışanıdır. Onun da Matrakçı Nasuh gibi saray ve halk arasında saray tarafında duran bir koruyucu olduğu söylenebilir. Şeker Ağa harem mutfağına dair ihtiyaçları çarşıdan karşılar. Çarşı ve saray arasında mutfak üzerinden kurulan bir ilişki vardır. Mutfağa çarşı malının girmesi bir yandan da çarşı esnafının denetlenmesi anlamına gelir. Bu denetimi de Şeker Ağa yapar. Şeker Ağa’nın ona kötü mal satmaya çalışan esnafı azarlayıp, sürdürmekle tehdit edebildiği görülür. 4. bölümde kendisine su çekmeyen pirinç satan esnafın dükkânına gittiği, esnafa sinirlendiği, esnafın da Şeker Ağa karşısında mahcup ve korkmuş olduğu görülebilir.

Her ne kadar dizide daha çok tombul sevimli bir komik karakter olarak yer alsa da Şeker Ağa esnaf üzerinde saray baskısı uygulayabilen bir kişidir. Matrakçı Nasuh ve Şeker Ağa’nın sarayın çarşı içindeki koruyucuları olduğu, 4. bölümde ikisinin de yer aldığı bir sahnede çok açıktır. Bir esnaf Şeker Ağa’ya Sultan’ın Rus bir cariyeye meftun olduğunu söyler. Bu duruma köpüren Şeker Ağa “Olmuşsa olmuş, sana ne?” der. Konuşmaya şahit olan Matrakçı Nasuh esnafı “Haremde olan mahremdir, öyle lakırdı olur mu?” diyerek uyarır ve asıl önemli olan haberi verir: “Siz bu musibeti kovalayacağınıza sarayda bâb-ı hümayûne çift tuğ dikildi, uyan ey ahali sefere çıkıyor Sultan Süleyman!”. Bunun üzerine Çarşı halkından: “Padişahım çok yaşa!” nidaları yükselir. Matrakçı Nasuh, kamuoyunun gündemini sarayın istediği yönde belirler. Ayrıca saraydaki mahrem sayılan şeylerin de çarşıya kadar ulaştığı görülür. İçerisi ve dışarısı arasındaki duvarların çok da kalın olmadığı görülmektedir. Sonuç olarak saray ve halk arasındaki sınırda Matrakçı Nasuh’un ve Şeker Ağa’nın birer gönüllü sınır bekçisi olduğu söylenebilir.

Saray dışında sarayın koruyuculuğunu yapan kişilerden başka bizzat saraya bağlı, iktidarın resmi görevlilerini ve onların mekânlarını görüyoruz.

Bu mekânlardan biri Hatice Sultan ve İbrahim Paşa’nın evliliği sebebiyle padişah tarafından onlar için tahsis edilen İbrahim Paşa’nın sarayıdır. Sarayın önemi, bir nefret merkezi olmasıdır. Bunun nedeni İbrahim Paşa’nın halk ve yeniçeri tarafından hoş karşılanmamasıdır. Bu sezonda, bu nefret yeniçerinin ve halkın, düğün kutlamalarında İbrahim Paşa’nın müsrif, eğlence düşkünü olduğunu söylemelerinden çıkarılabilir. Bu da İbrahim Paşa’yı ve dolayısıyla sarayını hedef haline getirir. Yeniçeri isyanında bu saraya yönelimin nedeni İbrahim Paşa’ya olan öfkedir. Yeniçerinin arzuları arasında İbrahim Paşa’nın azli vardır. Bunun nedenlerinden biri, bu sarayın İbrahim Paşa’nın Batı düşüncesini yansıttığı bir mekân olmasıdır. Duvarlarında Batı tarzı resimlerin bulunduğu sarayda yer sofrası yerine Batılılar gibi masada yemek yenilmektedir. İbrahim Paşa’nın sarayındaki Batı yaşantısına ait uygulamaların halk tarafından büyük tepkilere dönüşmesini ilerleyen sezonlarda görmekteyiz. Ancak bu tepki ilk olarak saray içerisinden gelir. 17. bölümde Sultan Süleyman ve ailesi, İbrahim Paşa ve Hatice Sultan’ın sarayına ilk defa akşam yemeğine giderler. Valide Sultan yemeğin bir masada yenileceğini gördüğünde huzursuzlanır. Sultan Süleyman geldiğinde, İbrahim’e masayı nerden getirttiğini sorar, Venedik Doçu’nun hediyesi olduğunu öğrenince, “Sana pek değer vermişler, göz boyama derdindeler besbelli,” diyerek hediyeyi küçük gösterme girişiminde bulunur. Valide Sultan da “Kâfir yeni icat çıkarıyor başımıza,” der ve huzursuzluğunu dile getirir. Sofraya geçtiklerinde de haremde böyle bir icadı istemediğini belirtir.

 

Bu sarayın padişahın yaşadığı saraydan daha özel olmasının yaratacağı rahatsızlığın verilmesi bu mekânın sınırları aşan bir yapı olduğunu da göstermektedir. İbrahim Paşa Sarayı, hem Saraya bağlı hem de Sarayın geleneksel düzenini kıran bir yapıdır. Doğu’ya aittir ama diğer yandan içerisi Batılıdır. İbrahim Paşa’nın kendisinin arafta oluşu4 mekân üzerinden bir kez daha tekrarlanmış olur. Saray, gelenek ve Batılı olmak arasında sınırda durmaktadır. Bu saray padişahın hâkim olduğu bir alan olarak verilse de mekândaki nesne kullanımları, sarayın yüzünü döndüğü yere işaret etmektedir. Bunun yanında bu saray iktidarın ortağı olan İbrahim Paşa’nın sarayıdır. Bu nedenle iktidarın temsilidir ve iktidara olan öfkede ilk hedeflerden birisidir. Bu yüzden içerisi ve dışarısı arasında mecburi bir sınır bekçiliği vardır.

Dizide gösterilen özel mekânlardan biri de Sinyor Giritti’nin evidir. Sinyor Giritti Padişah ve İbrahim Paşa tarafından sevilen bir tüccardır ve Batı ile olan sınırda yer alır. 23. bölümde Sultan Süleyman ve İbrahim Paşa yemek davetine katılmak için gittiklerinde görülen Sinyor Giritti’nin evi Osmanlı içindeki herhangi bir yapı değildir. İbrahim Paşa’nın sarayından daha Batılı döşenmiş olan ev, Osmanlı içindeki bir dışarı temsilidir. Sultan Süleyman eve geldiğinde, eteğini öpen Giritti’ye “Sinyor Giritti, mütevazı dediğin ev bir saray çıktı,” der. Bunun üzerine, İbrahim Paşa da “Mütevazı haneniz gözümü kamaştırdı Sinyor,” diyerek evin ihtişamına vurgu yapar. Ancak bu bir iltifat olarak değerlendirileceği gibi bir uyarı olarak da algılanabilir. Bir mekânın ihtişamlı olması geleneksel düşünce sisteminde çok hoş karşılanmayan bir durumdur ve ihtişam Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olan Padişah’a ait bir ayrıcalıktır. Ancak bu sözler karşısında Sinyor Giritti akıllıca davranır ve “Ben burada bu anane ile büyüdüm. Tevazu mühimdir. Rahmetli annem Teodora da hep söylerdi; asla kibirli olmamalıyız diye. Zaten buna Sultan Süleyman yanında kim cesaret edebilir ki?” diyerek hem şehre olan aidiyetine hem de padişahın üstünlüğüne olan saygısına vurgu yapar. Sinyor Giritti, Padişah ve Avrupa arasında bir sınır koruyucudur. Bu koruyuculukta onun sırtı daha çok Osmanlı Sarayı’na dayanmaktadır. Bunda Roma kilisesi tarafından reddedilmesi ve Osmanlı Sarayı’ndan iltifat görmesinin payı büyüktür.

Saray dışındaki yapılardan Şeyhülislam Ali Efendi’nin evine 13. bölümde zembil günü nedeniyle ve sadece bu bölümde yer verilir. Bu ev, diğer saray dışı yapılardan farklı bir anlam taşır. Şeyhülislam Osmanlı yönetim sisteminde ilmiye sınıfında yer alır. Bu sınıfın özelliği, Türk Müslüman unsurlara yer verilmesidir. Şeyhülislâm’ın evi de saraya yakın çevreye ait Sünni-Müslüman Türk unsurlarının yaşadığı evler hakkında bilgi vermiş olur. Geleneksel yapıdaki bu evde Şeyhülislâm’ı diğerleri gibi masada değil sedir üzerine oturmuş, rahleden Kur’an okurken buluruz. Bu Osmanlı’daki geleneksel Sünni yapının bir göstergesidir. Bu bölümde tebdil-i kıyafet çarşıyı gezen Sultan Süleyman o gün zembil günü olduğu için Şeyhülislam’a uğrar. Halkın yolsuzluklarından dolayı şikâyet ettiği aynı zamanda hanedan damadı olan Ferhat Paşa hakkında bir hüküm vermesi gerekir. Bu karar için zembildeki şikâyetleri görmeye gider. Şikâyetlerin çoğu Ferhat Paşa ile ilgilidir. Sultan Süleyman, Şeyhülislam’ın evine gittiğinde şikâyetleri bizzat okur. Bu şikâyetler sonucu Ferhat Paşa’nın katline karar verir. Burada Şeyhülislam ve evi, adaletin koruyucusu, aktarıcısı ve padişahın adaletinin temsilidir. Şeyhülislam iktidar ve halk arasındaki adalet kurumunun sınırını korumaktadır. Şikâyetlerin doğrudan padişaha ulaşması önemlidir çünkü görüldüğü gibi adalet için halkın görüşleri önemsenmektedir.

3 Matrakçı Nasuh’un dizideki işlevi hakkında daha fazla bilgi için Emel Uzun’un yazısına bakınız.

4 Bakınız Zeynep Nagihan Kahveci,  Pargalı İbrahim, Bir Devşirme’nin Dönüşümü. 

1 2 3 4
Makbule Uysal
06/07/2016 15:39
YORUMLAR




DİĞER HABERLER