Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Ne kadar, nereye kadar?
Sezon: 1 Bölüm: 32

*Haluk ve Güneş. Haluk’un kendi ayağına sıkması lazım demiştim. Öyle de oldu. Haluk,  Güneş’in önüne Zafer’i atarak yapılmaması gereken ilk şeyi yaptı. İlk kurşun geldi, ancak bir Haluk Mertoğlu dediğin, böyle tek kurşuna yıkılacak adam değil. Daha çok sıkması lazım, sıkacak da. İzliyorsam sebebi Haluk’tur bu arada. Haluk’un hamlesini, hamlelerini merak ettiğimdendir.

*Dev güzel oldular. Rana, İnci, Sevilay, Güneş dörtlüsünü diyorum tabii ki. Keyif alarak izlediğim belki de tek sahneydi, onlarınki. Dört kadın, dördü de kırık. Aynı şarkının farklı bölümleri olmuş dört zat. Sevilay’ın evi, Sevilay’ın kalbi daha ne kadar kaldıracak yaraları bilemiyorum. Güneş’in uzaklaşma kararı ne derece gerekli ve doğru isteyenle özel olarak tartışabilirim. Rana’nın dağınıklığı ilk değil ama ilk defa bu kadar etkiliydi nezdimde. Ve İnci, fark ettim ki, iliğime kemiğime kadar seviyorum ben İnci’yi; patavatsızlığını, pervasızlığını, İnci’yi İnci yapan ne varsa hepsi sevgi köşemde.

*Ali ve babaları. Babalar ve oğulları. Önce Haluk diyeceğim. Ali gardını niye o kadar çabuk düşürdü? Çünkü Haluk’la artık karşı karşıya değil. Haluk’u bir kere hissetti, güvenmese de inanmasa da bir kere oldular baba-oğul. Gördü ki, eski Haluk elinde kemeri çıkardı karşısına, şimdi dilinde sözcükleri Haluk karşısında. Ali bir kez daha inanmak istedi. Ali bir kez daha teslim oldu. Bu sefer kanayan yarası olmayacaktı elinde, Ali hissetti. Ondan sebep oturdu, konuştu, anlattı. Gelen soruyu hiç beklemiyordu, şüphesiz. Bir yanda bekledim, der mi evet dedim. Onca ‘Bir yolunu buluruz’lar, ışıldasın istedim. Bir yanda ‘Sus Ali, sakın!’ dedim. Ne istediğimi bende bilmedim. ‘Cesaretin var mı Ali?’ dedim. (Bunu kastediyorum,içselleştirmeye bakın ki, televizyona soru sordum, dizinin içinden bir repliği uyarladım, yapıştırdım. Buna yazık diyorum, buna yanıyorum.) ‘Asla!’ dedi. ‘Yok Ali!’ dedim. ‘Bunun hissettiğin sevgiyle veya büyüklüğüyle ilgisi yok, çocukluğun cesaretsiz senin!’ dedim. ‘Mavi’lerinin safir tonunun cesareti yok. Ama suç senin değil.’ dedim. ‘6 yaşında çocuğun, bisikletini bırakan da suç, başka hiç kimsede değil!’ dedim. Bayağı dertleştik yine Ali’yle anlayacağınız. Ve Levent. Ali’ye yanaşımına bir türlü ısınamadım. Bir ŞEY var diyorum sürekli, bir ŞEY çıkacak. Hayırlısı, umarım yanılıyorumdur.

*Selin’in o hastaneye gitmesi ve kan vermesi demek, bir çok şeyi gözardı etmek demekti. ‘Gözardı etmek’ denen şey, hafife alınacak, yadsınacak bir eylem değildir. İçinde büyüttüğün onca duyguyu ve düşünceyi ardına almak demek, zor kararlardan, sancılı bir süreçten geçer. Ağrının büyüklüğünün küçülmesi, kararın verilme aşamasında gelen Ali desteğiyle oldu gibi görünse de, Selin’in tamamen kendi kararıydı. Kendi sancısı, kendi yangını. Bir çok şeyi gözardı etti yine Kırmızı. Ateşine yeni yangınlar ekledi belki. Sonra mı? Sonrası yok, göremedik, hayallerde buluştuk yine, yeniden.

* “Ben senin hem parçanım, hem değilim.”, “Ben senin her zaman yanında olurum, çünkü olunacak daha iyi bir yer yok.” replikleri efsaneleşebilirdi. Eğer, “Bu sevgi değil, psikopatça bir hal almaya başladı!” kısmında takılı kalmasaydık. Yazık oldu vol 26649623.

1 2 3 4 5 6
Buse Savaş
26/01/2016 14:07
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR