Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Siyah en sıcak renktir

YK:  Kötü yazılmış, vasat bir yönetim, vasat oyunculuklar… Öyle ki neden bu kadar uzun, hayatımıza dair derin analizler içeren sayfalar süren bir bir işe kalkıştığımızı da anlamıyorum. Ne güzel The Good Wife üzerine konuşuyorduk birlikte, neden bu noktaya kadar geldik?  (Bu arada spinoff The Good Fight başladı ve ilk iki bölümü şahane. Bunu da tekrar bir masaya yatıralım bence. Bu sefer okurlar da bizimle beraber izleyebilir. Aynı anda takip ediyormuş gibi olalım.) Ben bu yazıda savunmadayım, filmi çok beğenen sensin. Senin fikrini merak ediyorum. Siyahları çıkardıktan sonra ne kalıyor Moonlight’tan geriye?

OE: Filmden siyahları çıkaramazsın ki. Filmde hiç beyaz oyuncu olmaması boşuna değil--bir tek rehab center’da görünüyorlar çünkü yönetmen sadece siyahların rehab’e gittiği algısı oluşmasın istemiş.

 

YK: Canım, çok sağ olsun... ama tüm siyahlar uyuşturucu satar, tüm siyah anneleri çaçarondur ve crackhead’dir algısı oluşturmaktan korkmamış….

OE: Bu bir siyah filmi, siyahların hikayesini anlatıyor ve daha önce bu konuya hiç dokunulmamış sinemada. Tıpkı Türklerde olduğu gibi siyahlar arasında da erkeklere maskülenliğin ve heteroseksüelliğin dayatılan norm olduğunu hatırlatmam gerek. ABD’de hala siyahlar toplumsal alanda daha muhafazakar, yıllarca ezilen bir topluluktan farklı bir davranış beklenemez zaten. Kürtaj oranları hala siyahlar arasında düşük, kiliseye gitmek yüksek. Black de böyle bir ortamda büyüdü, yaptığı her şey ona göre anomali zaten  kendisi de söylüyor. Siyah kültüründe yaygın olarak kullanılan bir adı da var bunun: ‘Down low’ ya da ‘DL’. Bizde ‘kürşet lubunya’ galiba karşılığı…

 

YK: Evet filme bu kadar anlam yüklenmesinde aynı zamanda siyah maskülenliğinin dünyada kırılmaya çalışılmasının etkisi var. İnsanların hoşuna gitti çünkü bu zamana kadar eşcinsellikle yan yana pek getirilmemiş siyahlara başka bir alt kültürden, biraz feminen bir yerden yaklaşmaya çalışıyor. Ama bence filmin sorunlarından biri de bu. Ben mesela siyah değilim, bir siyahın Amerika’da neler yaşadığını anlamayabilirim. Ama bir eşcinselin dünyada ne yaşadığını anlayabilirim. Bu bir renkten daha evrensel bir alan bence. Mesela ben kovboy da değilim ama Brokeback Mountain’daki iki kovboyun aşkını anlayabiliyorum. Çektikleri ve yaşadıkları da bende karşılığını buluyor. O yüzden bir LGBT filmi olarak Brokeback Mountain’ın yanına bile yaklaşamamış bence Moonlight.

OE: Bence sen iki filmi de birbirine karıştırdığın gibi iki filmin de aslında ne olduğunu anlamamışsın. Biraz İngilizce attıracağım, eşcinsellik bu iki filmde de birer ‘red herring.’ Yani aslında söylenmek isteneni örten bir maske gibi, kasti olarak dikkatini başka yöne çekiyor. Brokeback küçük insanın küçük şehirlerde, köylerdeki trajedisi üzerine özünde; korsan DVD’deki tercümesi gibi İbne Kovboylar’ın hikayesi değil. Moonlight da öteki olmak üzerine bir başyapıt. Sorun siyah ya da eşcinsel olması değil, sorun o baskı ortamında Chiron’un bir türlü kendisi olamaması ve hep başkalarının istediği şekle girmesi. İki filmi de birer LGBT drama’sı kategorisine sokmam.

 

YK: Dünyada Brokeback Mountain’ı bir eşcinsel filmi kategorisine sokmayan tek sen varsın herhalde. Ang Lee duysa ağlar. Arkadaşlarından mı öğreniyorsun bunları? Zenne’nin yönetmenleri de senin evindeki bir akşam yemeğinde aynı şeyi söylemişlerdi ve duyduğum anda kanım çekilmişti. Ahmet Yıldız filmi yapıp, bunu her yerde böyle duyurup, yurt dışı pazarının da kaymağını yiyip, sonra da olası davalardan ve eleştirilerden kaçmak için “Bu Ahmet Yıldız’ın hikayesi değil ki” diye tuhaf bir savunmaya girmişlerdi. Moonlight’a da neden bir LGBT filmi denilmesin ki? Her yerde siyah aşk filmi diye pazarlanmıyor mu zaten? Hadi filmi parçalara bölelim. İlk bölümden çocuğun hikayesinden başlayalım. Şu afişe de alınan meşhur yüzme öğretme sahnesi mesela… Burası güzeldi. Bir tür vaftiz gibiydi sanki.

OE: Bana hiç kimsenin iyi hatırlamadığı ama zamanında çok beğendiğim Great Expectations’ın Alfonso Cuaron uyarlamasında Robert DeNiro’lu ilk sahneyi hatırlattı. Gerçekten çok güzel. Sana Giresun sahillerinde yüzmeyi hangi amcan öğretmişti?

YK: Canım yüzmeyi Bodrum’da bir havuzda babam öğretti. Ve Karadeniz suyunu hala çok egzotik bulurum. Böyle az tuzlu, az tuzlu… Göl gibi. İlk bölümün konuşulması gereken ismi Mahershala Ali. Ne kadar anlam yüklemişler o adama? Filmin başında kısacık gösteriyorlar sonra da her şeyi ona bağlıyorlar. Öyle bir vizyon sahibi karakter beyazlarda bile zor bulunur, siyah ters köşe mi yani şimdi bu? Bu adamın bu kadarcık rolüyle her ödüle aday olmasını anlamıyorum ben.

OE: House of Cards’da ağzının suları akarak Remy’yi izlemedin mi? Bence Mahershala Ali muazzam bir rol yapıyor ve daha fazla görmek istiyoruz filmin kalanında da. Ama ilk bölümle sınırlı, fakat gölgesi devam ediyor. Dahası, Dame Judi Dench gibi beyazlar iki-üç dakika göründüğü filmle Oscar alıyor da Ali neden almasın? Bu hayatta boyu değil işlevinin gerçekten doğru olduğu nadir anlardan biri.

 

YK: İkinci bölümü de keşke Çağan Irmak’a da bıraksalardı. İnan o da aynısını çekerdi.

OE: Çağan Irmak’ın nasıl eşcinsel filmi çektiğini Issız Adam’da gördük işte. Filmin her şeyi gay, ama bir tek konusu değil. Onu da becerememiş zaten, araya bir kadın sokuşturmak zorunda kalmış. Yönetmen olarak dibi düşmüş, Cemal Hünal’ı bir arzu nesnesi olarak yansıtmış ama ne kimliğiyle ne filmin gerçek konusuyla barışabildiği için ortaya da bir ucube çıkmış. Barry Jenkins eşcinsel olmadan bastırılmış eşcinselliği daha iyi anlamış ve anlatmış.

 

YK: İkinci bölüm bu filmin gerçek bir klişeye teslimi. Bir tek sonu, sınıfta sandalyeyi kafaya patlattığı bölümü tatlı. Enerji orada biraz yükseliyor. Ama ilk aşk, ilk romantizm, ilk seks… Yine Brokeback’ten örnek vereceğim. Adamların dağdaki çadırda ilk birbirlerine dayadıkları anla bu filmdeki okyanus kıyısı sahnesine bir bak… Hiçbir duygu geçiremiyor bana.

OE: Ama zaten ilk aşk, ilk cinsel deneyim klişe değil midir? Sanki seninki farklıydı.

 

YK: Valla hiç klişe değildi, kendin için konuş istersen. O kiraz ağaçlarının dili olsa da konuşsa.

OE: Ben filmin klişelere dokunuşunu da beğendim. Mesela bütün kenar mahallelerdeki siyahlar sinemada illaki taş bağımlısı olarak mı gösterilmeli? Tabii ki homojen değiller ama böyle birçok insan da var, 80’lerde Amerikan hükümetinin siyahlara yönelik ırkçı politikalarından hayatı kararan, FBI’ın crack’i siyah mahallerine sokmasından dolayı dağılan aileler. Bu insanların da bir hikayesi var elbette, defalarca da değinildi. Bence Barry Jenkins bütün klişeleri kullanıp bambaşka bir yola çıkıyor, hiçbirinin sonunda ilk beklediğimizi vermiyor. Sınıf sahnesine gelirsek, klasik bir senaryoda bu kahramanımızın devleştiği, hayatının döndüğü, kendini bulduğu bir arc’a doğru yer alır değil mi? Nihayet direnecek gücü buldu diye. Halbuki Chiron’un bir kez daha hayatı kararıyor ve sistem yine onun aleyhine işliyor.

1 2 3
Yiğit Karaahmet
24/02/2017 14:25
YORUMLAR




DİĞER HABERLER