Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
RÖPORTAJ
“Her hafta 6 milyon kişi Karagül izliyor”

Karagül ekibi ile yaptığım röportajlardan ilk ikisini set günlüğünde paylaşmıştım. Sıra geldi ekibin geri kalanına. Bu defa Karagül gemisinin kaptan köşküne çıkıyoruz. Sette ilk tanıştığım kişi kendisi oldu. Sağolsun, tüm nezaketiyle karşıladı beni. Tahmin ettiğim gibi işine çok değer veren, ekibinin motivasyonu önceliği olan, enerjisi yüksek bir insan. Ekrandan bize yansıyan muhteşem görüntüler onun sinemacı olmasının da getirisi. Yönettiği filmlerden aşina olduğumuz, hikayeye has bir dünya kurabilme özelliği onu rakiplerinden ayıran bir özellik bana göre. Yakın tarihteki en iyi Türk filmleri kişisel listemde onun yönettiği Deli Deli Olma filmi ayrıcalıklı bir yerdedir. Rahat bir altı-yedi kere izlemişimdir. Murat Saraçoğlu, koca bir ekibe kaptanlık yapmasının yanı sıra oyuncuları oynatabilme, çıtasını yükseltebilme yeteneğine de sahip bir yönetmen. Seyrederken kafanız rahattır, bilirsiniz ki oyuncular karakterleri canlandırırken “mış gibi” değil de sanki o karaktermiş gibi oynacaktır. Karagül sezon finali yaptığında senaryosunu kendisinin yazdığı Memleket adlı filmi için kayıt diyecek. KendisiyleKaragül'ü konuşmak benim için büyük ayrıcalıktı.

Gözlemlediğim kadarıyla sette herkes biribiriyle anlaşıyor. Peki bu setin yönetmeni nasıl bir yönetmen?

Birinci bölümden itibaren, bizde tuhaf bir simya oluştu ve bir şekilde Karagül aurası içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla, siz de gördünüz, hem herkes birbiriyle çok saygılı-sevgili, abi kardeş gibiyiz bir çok oyuncuyla, hem de onların bana inancı ve saygısı var. Hal böyle olunca yaptığımız işi iş olsun diye yapmamaya çalışıyoruz. Biz de böyle zevk alarak çalışıyoruz.

Sanatsal kaygılarla?

Yo, sanatsal kaygılarla değil.

Ama şöyle bir şey de var, ben bir televizyon izleyicisi olarak arka fonu muazzam görsellerle süsleyen sanatsal bir anlayış görüyorum. Urfa’yı, Halfeti'yi kullanarak, ''Televizyon işi bu, amaan üstten iki manzara verip geçelim,'' demeden adeta görsel şölen sunuyorsunuz.

Çünkü oyuncularımızdan biri, Halfeti. Bunu çok net söylemem gerekir. Halfeti de başrolde olduğu için bu hikaye belki de bu kadar büyülü. Bunu hiçbir zaman göz ardı etmiyoruz. Halfeti yerine x bir yer de olsaydı yine aynı titizlikte çekseydik belki de böyle olmazdı. Şanlıurfa'nın Halfeti'nin ve bazen de Antep'in mayası bu diziye çok şey katıyor. Biz bir parça büyülü de bir şey yapmaya çalışıyoruz. Ve bütün bir paketi de modern bir algıyla, daha sinemasal bir algıyla ortaya koymaya çalışıyoruz.

Dizi ilk başladığında “Bir ağa dizisi daha başladı,” deniyordu.

Evet bu bir kategoridir, bunu reddetmiyorum. Fakat dizileri bu şekilde özetlemek de her zaman doğru olmayabiliyor. Burada bir hikaye anlatılıyor, bu hikayenin fonu, katmanları da daha feodal bir yerden yükseliyor. Ama bu hikayeyi diğer “ağa” dizilerinden ayıran şey, bizim hikayemizde batılı bir kadın doğuya doğru gidiyor. Dolayısıyla hem kendiyle savaşıyor, kendini var etmeye çalışıyor hem de ayakları üzerinde durmaya çalışırken buradaki, Anadolu'ya özgü kuralları da tanımaya başlıyor. Bazen uzlaşıyor, bazen de uzlaşmayıp, savaşıyor. Belki daha öncesinde ansiklopedik bir bilgiyle baktığı doğuda ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Bazen feodalite ile çatışıyor, bazen de onların hayatlarına yardımcı oluyor. Bu süreçte onlardan da bir şeyler öğreniyor. Dolayısıyla sırf ağa dizisi oryantalistliğiyle bakmıyorum. Çünkü senaristler de, bizler de bir dozu dengede tutmaya çalışıyoruz. Seyirci sahici bulduğu için ve Ebru Şamverdi karakterinin verdiği mücadeleye inandığı için bu dizi bu kadar sevildi diye düşünüyorum. Bir çok parametre var; biz de iyi yapmaya çalışıyoruz, hikayemiz de baştan beri seyircinin çok ilgisini çekti ve güçlü bulundu. Bunlar birleşince başarı geldi.

Hikayede altı boş, laf olsun diye dahil olan karakter yok. Mesela ilk sezon Recep fırtınası vardı Recep öldü, Kasım dahil oldu Recep'i unuttuk. Bu oyuncunun başarısı olmakla beraber bir reji başarısı sanırım.

Şunu söyleyebilirim. Karakterler üzerine çok fazla kafa yoruldu bu işin başında. Kim, neyi, neden yapıyor? Ne yiyor, ne içiyor, ne hissediyor? Hepsini ayrı ayrı, canlandıracak oyuncularla çalıştık. Daha önce çalıştığım oyuncularla beraber çalışmanın da faydası var tabii. Yavuz Bingöl, Ece Uslu ve Özlem Conker ile daha önce de çalıştık, Şerif Abla ile zaten hem film yaptım, hem dizi yaptım.

Şerif Sezer sizin oyuncunuz gibi sanki?

E, öyle valla. İki filmimde oynadı bir de dizide oynadı.

Şimdi yeni filminizde de var.

İnşallah çekebilirsem yeni filmimde de var. Mesut Akusta ile daha önce çalışmadım ama çok uzun süredir tanıyordum. Ebru Ojen var, filmde çalıştığım. Dolayısıyla böyle bir, biz bizeyiz durumu var. Birbirini tanıyan bir ekip, karakterlere kafa yoran bir ekip sizin anlayacağınız.

Genç oyuncular nasıl peki?

Hiçbiri bir iş yapıyoruz para kazanıyoruz gözüyle bakmıyor. Kendilerini geliştirmek üzere çok çaba harcıyorlar. Laf da dinliyorlar, en önemlisi Karagül başarılı olunca şımarmadılar. Biz de izin vermedik açıkçası. Yani genç insanlar, popülariteden daha çok etkilenebiliyorlar tabii. Ama bu da sette öğrenilebilecek bir şey değil, aile terbiyesiyle ilgili bir şey. Doğru yetişmiş insanlar ki bu durumu da hazmettiler. Ki 40-45 yaşına gelip de hazmedemeyen oyuncular da var. Dolayısıyla bu sette öyle şımarıklığa izin vermemiz mümkün değil, ama sağolsunlar arkadaşlar da bizim neden burada olduğumuzu ve neyi neden yaptığımızı anlayacak zekada ve terbiyede arkadaşlar.

Bir çoğunun ilk projeleri değil mi?

Evet hemen hemen, ya da bu çapta ilk projeleri. İlk kez kamera gören de var, ilk kez bir dizide sürekli ve temel karakterlerden birini oynayan da var. Onlar da bu heyecanla çalışıyor zaten. Bence bizim en büyük silahımız, birinci bölümü nasıl çekiyorsak şu an da da o heyecanla çalışmamız. Nasıl olsa dizi sürekli birinci oluyor, 45. bölüm oldu deyip otomatiğe bağlamadık. İnşallah da hiç bağlamayacağız. Böyle olunca her bölüm üzerine kafa yorup çalışıyoruz. Karakterler, karakter davranışları, hikaye, mizansen üzerine düşünüldüğü için bunu da öyle çekelim gitsin diye bir durum olmuyor. Senaristi didikliyoruz, senarist bizi didikliyor, yapımcı zaten senaryo ekibinden biri gibi işin her aşamasıyla ilgileniyor, dolayısıyla böyle çapraz bir koordinasyon var.

Yani başarı koordine olunca kendiliğinden mi geliyor?

Tabii de, sadece bu da değil en başta dediğim gibi bir simya gerekiyor. Dizi var, her şeyi çok iyi; cast, hikaye, yönetmen, yapımcı şahane ama iyi sonuç vermeyebiliyor. Bilimsel bir karşılığı yok bunun. Siz o temel unsurları çok iyi organize edersiniz ondan sonrası seyircinin takdiri. Yani bir noktadan sonra yapabileceğiniz birşey yok. Zaten bir iş rating yaptı çok iyidir, ya da rating almadı diye çok kötüdür diye de bir şey yok. Bir çok kaliteli iş var ama rating alamıyor. Olabiliyor bunların hepsi. Ama işte Türk seyircisinin ortalama bir refleksi var. Hissettiği, kendinden bulduğu, kalben bağlandığı işler var.

Ben kendi adıma Karagül için söyleyebilirim ki, (14. bölümden başladım seyretmeye) dizi başından değil de 14. bölümünden itibaren beni yakaladıysa bunda bir ekip başarısı vardır.

E, tabii yani. Sonuçta bir yıldır burada yaşıyoruz ve kimse de bundan yüksünmüyor. Yaptığımız işten memnunuz ve zevk alıyoruz, ki bu çok önemli. Bir yıl geçtikten sonra da, 50 bölüm çektikten sonra da zevk alabiliyorsanız ya da işi köpürtmek için heyecan duyabiliyorsanız, seyirci de zaten bunu mutlaka hissediyor. Anlamasa bile hissediyor. Bu heyecanı diri tutmaya çalışıyoruz biz.

Hikayede hiç bir şey pat diye olmuyor. Ebru'nun bir kendine gelmesi, silkelenmesi bile 15-20 bölüm aldı.

Evet. Çünkü bambaşka bir hayata düşünce çabalaması, ayağa kalkması, gerçek sandığı hayatın yalan çıkmasına alışması... bunları bir kaç bölümde yaşasa inandırıcı olmaz zaten. Hikayede herkes kendince haklı ve o haklılık durumunu yaşayışları da sindirerek oluyor. Herkes kendince doğru bir şey söyleyebilir ama ama hakikat ve de hakkaniyet başka bir şey söylüyor bize. Biz o hakikatin peşinde dolaştırmaya çalışıyoruz karakterlerimizi. Hataları, doğruları bu hikaye içinde hissettirmeye çalışıyoruz. Kadriye Ana’nın tiradları bu yüzden çok seviliyor. Biçimsel şeyleri de büyütmemiz, örneğin; sünnet düğününün büyük çaplı olması, her şeye rağmen ailenin bir arada olması gerektiğini ve mutluluğu da paylaşmaları gerektiğini göstermemiz de bu yüzden.

Feodal yapıyı anlatan bir hikaye çekiyorsunuz, kadınların gerçek dramlar yaşadığı bir coğrafyanın anlatıldığı hikayenizi feminist buluyor musunuz?

Tanım olarak feminist bulduğumu söyleyemem. Fakat yerleşik düzendeki ya da alışılagelmiş ve çok da sorgulanmayan düzendeki, erkeklerin hep galip sayıldığı geleneklere karşı olduğumuzu ve bunu da bilinçli yaptığımızı söyleyebilirim. Özellikle bu coğrafyada hakim olan, aslında Türkiye genelinde de değişmeyen erkek egemen bakışa karşı Ebru Şamverdi odaklı bir duruş olduğunu ya da bunun altının çizilmeye çalışıldığını söyleyebilirim. Ama diğer tarafı da, yani Kendal'ı da anlamaya çalışan bir hikayemiz var. Kendal neden kardeş katili oldu, neden Baran'a babalık yapmaya çalıştı, bunu da anlamaya çalışıyoruz. Fakat hayatın bir erkek çocuktan ya da topraktan ibaret olmadığını maddi veya manevi bambaşka değerlerin olduğunu da seyirci bunun alt metninden çıkarabilir. Kendal'ın varoluşunu, Kadriye'nin bir açıdan onun yaptıklarına ses çıkarmayışının nedenlerini Türkiye'nin gerçeklerine uygun bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz. Bazen bize kızıyorlar ''Ya, ne bu ya, bir adam var üç karısı var; olur mu öyle şey?'' diye. Ama vaarr. Biz metropolde yaşıyoruz diye buraların gerçeğini yok mu sayacağız? Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası benzer mutsuzluklar yaşıyor. Az veya çok ama benzer mutsuzluklarla hayat sürüyorlar. Ve acılarını da paylaşamıyorlar. Üniversite mezunu kadınlar bile erkek egemen toplumda kendilerini ifade edemiyorlar. Eğer göze batan bir şey yapmaya kalkışırlarsa hafif meşrep kabul ediliyorlar, kendilerini ifade etmeye çalıyorlarsa “kadının biri” diye kategorize ediliyorlar. Bu gerçeği öncelikle biz erkekler kabul etmiyoruz. Kendimizi çok medeni bir toplumda yaşıyor zannediyoruz. Ama gerçek böyle değil tabii.

Karagül'de başrol yok gibi, hikayenin akışında her karakter hikayenin odağı olabiliyor.

Bir açıdan evet. Tabii ki dizinin başrolleri var fakat her oyuncu bizim bir hikaye anlattığımızın farkında. Dolayısıyla herkes hikayeye saygı duyduğu için başrolmüşüm değilmişim gibi durumlar sorun olmuyor. Oyuncular sahnesini çekiyor akşam ekibin çaycısıyla oturup kahve içiyor. Bu anlamda bizim ekibimiz hazmetmiş bir ekip.

Sinema filmlerinizi de referans alarak diyebilirim ki bu dizi tam bir Murat Saraçoğlu dizisi. Yönetmenlik tarzınız, dizinin her yerinde farkediliyor.

Eyvallah. Seyircinin takdiri. Ben de zevk alarak çekiyorum. Böyle bakınca diğer meseleler geride kalıyor. İstanbul'da değilsiniz, Antep'te Urfa'da yaşıyorsunuz, tamam iyi bir şirkette çalışıyorsunuz, ödemeleriniz düzenli falan filan ama bir süre sonra bunlar yetmez. O yüzden de katlanılacak bir şey gibi değil zevk alarak yapıyorsanız, zevk alıncak bir iş her sabah sizi karşılar. Böyle olduğu sürece de her şey yolunda gider ve bu mutlaka seyircinin izlediği ekrana yansır. Bu sırf yönetmen olarak benim için değil bütün ekip için geçerli bir şey. Simya dediğim de bu zaten. Yönetmen mutlu, ekip mutsuzsa olmaz. Yönetmen mutsuz, ekip mutlu yine olmaz. Herkes çok mutlu, senaryo kötü bu da olmaz. Her durumun bu kaynayan çorbada bir etkisi var.

Sezon finali yaklaşıyor, hikaye sorular üzerine kurulu, cevaplar tatmin edecek mi?

Sezon finali bu dizinin birinci bölümden beri devam eden hikayesi ile ilgili somut bir cevap verecek. Kaçamak bir sezon finali olmayacak.

Yani, “Aaa kursağımda bıraktılar,” durumu olmayacak?

Ne beklediğinize bağlı. Bazen Twitter’da, “Murat Kendal'a hesap soracak mı? Ebru gerçeği öğrenecek mi?” tarzında biraz da duygusal sorular soruyorlar. Mesele şu; eğer bunlar tek bölümde öğrenilse bu dizinin devam edecek hikayesi kalmaz. O yüzden seyircinin biraz da seyir zevkine bakması lazım. Falanca sır ortaya çıksa bir bölüm sonra ne anlatacağız? O zaman dizinin bitmesi gerekir. Her dizinin bir ömrü var, elbette bunun da sonu gelecek ama her hikayenin bir doygunluğu var, niye öyle olmadı niye şöyle olmadıları bence çok önemsememek lazım. Dizi bize ne anlatıyor, bizi seyrettiriyor mu, seyir zevki veriyor mu biraz da bunlara bakmak lazım ki hem merak çıtası düşmesin, hem seyirci zevkle 100 dakika geçirsin, hem de bağlandıkları bu hikaye devam etsin.

Peki üçüncü sezon tam sezon mu olacak? Yani ocak ayında falan bitme durumu yok değil mi?

Şu an görünürde öyle bir durum yok. Ama tabii dizinin gösterim süresi yapımcının ve kanalın takdiri. Asıl önemli olan, hikaye bittiyse ya da hikayenin gazı kaçtıysa fazla da uzatmamak lazım.

Karagül'ün ratinglerde kırmadığı rekor kalmayacak galiba?

Rating bizim öncelik verdiğimiz bir şey değil. Biz buardan temiz bir şekilde çekip yayına gönderiyoruz, bundan sonrası seyircinin takdiri, kanalın stratejisi.. Çok elimizde olan bir şey değil. Ama şu da bir gerçek ki, cumartesi sabahı sete geldiğimizde 13,62 rating almış, tüm programlar arasında birinci olmuş görünce insan tabii ki mutlu oluyor. Her hafta 6 milyon kişi Karagül izliyor, bizim görevimiz öncelikle bu 6 milyon kişiyi mutlu etmek. Onlara yapıyoruz çünkü, bu yüzden rating, reklam bizim dışımızda gelişen şeyler.

YORUMLAR



DİĞER RÖPORTAJLAR