Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Azimli Bay Arduç

Gerçekte de Rönesans adamı mı?

Kiralık Aşk dizisinde deyim yerindeyse bir Rönesans adamını canlandırıyor Arduç: İtalyanca biliyor, şarabın iyisinden anlıyor, resim ve heykel merakı var, opera dinliyor, iyi yemek yapıyor, kibar, ruha hitap ediyor. Bunun ne kadarı gerçek hayatına da uyuyor peki? Sürpriz bir başlangıç yapıyor cevaba. Meğerse önceden abisiyle beraber restoran açıp batırmışlar. Şimdi olsa sanırım altı ay rezervasyonu kapalı olur. “Denemek lazım” diyor.

Gelelim Rönesans muhabbetine: “Yemek yapmaktan anlarım. Özellikle İtalyan mutfağı konusunda iyiyimdir. Et manyağı bir adamım. Izgara-barbekü işlerinden anlarım, fena değilimdir ama şaraptan çok anladığımı söyleyemem. Çok düzgün eğitim hayatı olan biri de değildim. Biraz haşarı, yaramazdım. Derslerim fena değildi ama daha çok bizim coğrafyanın erkekleri gibi serserilikle, top peşinde; öyle geçti. Centilmenlik deyince… Bence nefes alıp veren her erkeğin o kalıplarda olması güzel bir şey. Öyle olmaya gayret ediyorum, umarım herkes de öyle olur. İngilizcem fena değildir. Gittiğin bir yurtdışı tatilde o dilden anlamamak fazlasıyla sinirini bozuyor insanın. Dolayısıyla biraz daha kamçılıyor bu beni. Bir aksilik olmazsa iki sene içinde en az iki yabancı dil bilen bir adam olmak isterim.”

Dünyayı gezmekten bahsedince en sevdiği yerleri soruyorum. İspanya diyor, başka bir şey demiyor. Bir sürü kentini gezmiş ülkenin, şimdi sırada San Sebastian varmış: “Granada, Malaga, Barselona, Madrid ve Mallorca’ya gittim. İspanya’da bir şey var; atalarımız mı oradan, bilmiyorum. Bir şey çekiyor. Oraya gidince kendimi iyi, huzurlu hissediyorum. Havası, suyu, yemekleri... Tapas muhabbetine bayılıyorum ben. Barselona’nın mimarisi de çok hoşuma gidiyor. İleride yurtdışında yaşarsam Barselona olabilir.”

Bisiklet müthiş bir özgürlük

Biraz deşince hayalindeki şehri anlatıyor. Barselona’da görmüş: “Plajının şehirle iç içe olması delirtti beni. İnsanlar ofisinden çıkıyor; takım elbiseli jilet abiler, çok güzel kadınlar falan bir kabine girip, mayosunu giyip, içkisini yudumlayıp suyuna dalıyor; sonra dönüp hiçbir şey olmamış gibi kravatını takıp ofisine gidebiliyor. Böyle bir yaşam tarzı olabilir mi? Hani çok iyi hissettirmez mi? Bayıldım. Zaten bisiklet... Galiba gelişmiş ülkelerin en büyük belirtisi, caddelerinde bisiklete binen vatandaşları. Bizim ülkemizde benim hissettiğim belki de en büyük eksiklik bu. Bisiklet müthiş bir özgürlük bence. Kadın çocuğunu sepete koymuş gezdiriyor, işte biri takım elbisesiyle işine gidiyor; o trafiği görünce insana bir huzur geliyor. Buradaki korna sesi, agresifliğin tam karşısında duran naif bir resim. Huzurlu değil mi sence de? Şehrin kaosunu bile unutturur insana...”

1 2 3 4 5

06/04/2016 15:24
YORUMLAR




DİĞER HABERLER